بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

İslam Dîni

                                   وَ بَاقٍ شَرْعُهُ فِى كُلِّ وَقْتٍ * اِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَ ارْتِحَالِ
“Hazreti Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'in şeriati ve dîni, kıyamete kadar bâkîdir. Her zamana, her merhâleye kâfî kanundur.”
Sair Ehli Sünnet vel'Cemaatin imamları gibi İmam Ûşî dahi, bu beytle beş hikmeti beyan eder ki, her müslümanın onu itikad etmesi farzdır:

a-Peygamber'in dîni ve şeriati, bir kanun ve ni­zamdır. İnsanın doğuşundan evvel ve sonra da ha­yatıyla ilgilenir. Binaenaleyh başı boş bıraktığı hiçbir nefes kalmaz.
b-Bu kanunun temeli vahiy olduğu için, düne, bugün ve yarına, beşerin ıslahatı için en mükemmel yoldur; sırât-ı müstakîm'dir. Öyleyse din, Arab veya acem yahud herhangi bir millete mahsus olmayıp, cihanşumûl İlâhî bir kanundur.
İnsanı yaratan Allah'tır. İnsan hayatının tanzî­mini de tayin eden O'dur. Öyleyse Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, insanları Arablaşmaya davet etmedi, bilakis kendisi Arab olduğu için, Allah'ın kanununu Arabî olarak bildirdi ve Arabî olarak da okun­ması, düşünülmesi, öğrenilmesi gerekti. Çünkü mu'­cize Arabî nazmına = lafzına = kelime ve cümlelerin cevherine tahsis edilmiştir.
c-Allah Teâlâ'dan Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem'in aldığı kanun ve şeriat, sadece Kur'an değil, hem Kur'an'dır, hem de hadistir. Zamanında vukua gelen mucizelerinden başka, Kur'an'dan sonra sün­neti de mu'cizelerle dopdoludur. Zaman zaman, ye­rinde ve vaktinde tezahür eder. Bunlardan birini inkar eden kafir olur.
 
İslam Dîni, insanın yaratılışına uygun olur. Şöy­leki: İnsan hiçbir dînî terbiye görmemiş olsa, yara­tılışı üzerinde kalmış olsa, tabiati itibariyle İslam Dî­ninden başkasına tâbi' olamaz, bilakis O Dîni seçer.

İslam Dîni, insanları yaratılışından haberdar eder. Yaratılışının gerekçesi olan medeniyete, güzel ahlaka, Allah Teâlâ'ya karşı saygıya = ibadete davet eder.
 
Behemahal Dîn-i İslam, yalnız vazife yahud yal­nız menfeat için te'sis edilmiş değildir, bilakis her ta­baka insana vazifeyi tayin eder, aynı zamanda şahsî menfeati olsun olmasın, bilakis zararı olsa dahi in­sanların birbirine faideli olmasını da emreder. Nitekim İmam Mâlik, Müslim, Buhârî, Neseî, İmam Ah­med ve İbnu Hibban'ın tahric ettikleri bir hadîs-i şe­rîfte Ubâde bin es-Sâmit radıyallahu anhu şöyle anlatmaktadır:بَايَعْنَا رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ عَلَى السَّمْعِ وَالطَّاعَةِ فِى الْعُسْرِ وَاليُسْرِ وَالمَنْشَطِ وَالمَكْرَهِ وَعَلَى اَثَرَةٍ عَلَيْنَا وَعَلَى اَنْ لاَ نُنَازِعَ الاَمْرَ اَهْلَهُ اِلاَّ اَنْ تَرَوْا كُفْرًا بَوَاحًا عِنْدَكُمْ مِنَ اللّٰهِ تَعَالَى فِيهِ بُرْهَانٌ وَعَلَى اَنْ نَقُولَ بِالْحَقِّ اَيْنَمَا كُنَّا لاَ نَخَافُ فِى اللّٰهِ لَوْمَةَ لاَئِمٍ “Zorluk ve kolaylık anlarında, neşeli ve neşesiz hallerde ehlinden söz dinlemeye, Allah'ın hükmüne aykırı olmadığı müddetçe âmirimize boyun eğmeye ve başkaları bize tercih edilip iş başı­na getirilse ve imtiyazlı bir hayat sürseler bile ses çıkarmaksızın itaat etmeye, –elimizde bulunan kesin delillere göre apaçık küfür sayılan bir hüccetli hüküm görmedikçe– iş başındakilerin işlerine karışmamaya, nerede olursak olalım, kimseden çekinmeksizin ve bir kınayıcının kınamasından korkmaksızın doğru söyle­meye Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'e söz vererek bîat ettik.”
 
Dîn-i İslam = İslam Şeriati, Zât-ı Akdes Teâlâ'nın, yani Yaratıcı'nın Tevhîdi ifade eden «Allah» is­mini ilan eder ve Tevhîdden dolayı bütün insanları vahdete = birleşmeye ve bütünleşmeye davet eder.
Gözleri hak ve gerçeği görmekten kamaştıran, basîretleri yani kalb gözünü körleten çevrenin, zâlim hükümdarların tesirinden intikam almak arzusu peşi­ne düşen vicdanlara son verir; yerine, illetsiz, ğaraz­sız, ilmin nuruyla akla yol gösterir; yaratıcı'nın hak­kındaki delilleri gösterir, beşerin refahını temin eder ve buna davet eder.
Mücerred bedenin hakkı, mücerred ruhun hakkı değil, bilakis her ikisinin de haklarını vermeye davet eder.
 
İslam Dîni, üstün, saf zeka sahiblerinin maddi manevi kuvvetlerinden istifade yollarını gösterir, fikir hürriyetini ilan eder; aklı her türlü esaretten, tesirden kurtarır.
 
İslam Dîni, insanın kaldıramayacağı herhangi bir teklifi yapmaz; temâyulât-ı beşeriyyeyi en uygun yollarla terbiye eder. Hatta insan ruhunu melekler âlemine doğru çeker.
 
İslam Dîni, hiçbir zaman, önceki kitablarda de­ğişmeyen hükümlere aslâ muhalif olmaz; ta'zîmle kitabların ve önceki nebîlerin bütünleşmesini kemâ­liyle beyan eder.
Allah Teâlâ'nın emrlerini yüceltmeyi ve umum mahluka hizmet etmeyi de teyid eder. Din, Allah Te­âlâ'nın dînidir; kanunu da hükmüdür = şeriatidir. Ru­hu, hakîkati, mu'cizesi, lafızlarında, kelimelerinde, cümlelerinde, Arabî nazmına mahsus olarak kendisinin cevherinde parlamaktadır.
Şimdiye kadar yani Hicretin birinci senesinden itibaren bugün itibariyle 1419 sene zarfında, her asırda milyonlarca hâfızlar tarafından ezberlenmek­te, herhangi bir ilimde üstün pâyeye ulaşan âlimler tarafından da, ilmine mahsus bakışla tefsir ve izah edilmektedir.
Arabî nazmını bilen, herhangi bir ilimde ihtisas gören, Kur'ân'ın aslını inkar edemez, şu ana kadar etmemişler, bilakis iman etmişler. Arabî nazmını bil­meyen, Kur'ân'a dil uzatan, cehaletinden uzatmıştır.
 
İslam Dîni, bütün beşeri bir çadır altında toplar, mühim vazifeleri aralarında tevzî' eder; ittifakı, kar­deşliği, sevgiyi, samimiyeti, birlik ve beraberliği ilan eder; âlî hükümleri bütün kavimlere aiddir. Nitekim Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Davud, İbnu Mâce, İmam Ahmed ve Tahâvî'nin tahric ettikleri Ebû Zer radıyallâhu anhu'dan gelen hadîs-i şerîfte Rasûlul­lah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: اِخْوَانُكُمْ خَوَلُكُمْ جَعَلَهُمُ اللّٰهُ قُنْيَةً تَحْتَ اَيْدِيكُمْ فَمَنْ كَانَ اَخُوهُ تَحْتَ يَدِهِ فَلْيُطْعِمْهُ مِنْ طَعَامِهِ وَلْيُلْبِسْهُ مِنْ لِبَاسِهِ وَلاَ يُكَلِّفْهُ مَا يَغْلِبُهُ فَاِنْ كَلَّفَهُ مَا يَغْلِبُهُ فَلْيُعِنْهُ “Sizin köleleriniz = hizmet­çileriniz, sizin kardeşlerinizdir. Allah Teâlâ onları idareniz altında köle ve işçi kılmıştır. Artık kimin kardeşi, idaresi altında olursa, yediğinden ona yedirsin, giydiğinden ona giydirsin. Güç yetirmeyeceği şeyleri kendisine yüklemesin. Gücünün nisbetini aşan bir şeyi teklif etmiş olursa bari ona yardım etsin.”
 
İslam Dîni köleyi, işçiyi, me'muru, efendisi, pat­ronu ve âmiriyle eş tutarak “Sizin köleleriniz = hizmetçileriniz, sizin kardeşlerinizdir.” buyurmaktadır. Kardeş olunca da, vazife değişikliğinden başka tabaka diye hiçbir şey yoktur, KARDEŞLİK VARDIR, ŞEFKATLE KUCAKLAMAK VARDIR.
Tatbîkî olarak da, tarihe göz gezdirmiş olsak, üst tanınan tabakada birçok azadlıları görmüş oluruz. Bu inkar edilemez bir şereftir.
Şimdi burada biz, bilgisayar asrında yaşayan medenî çağdaşlardan sorarız: “Hür bir işçiyle patron aynı sofrada bulunur mu?
Hükümdar, patron veyahud efendi, yediğinin ay­nısını yedirir mi? Giydiğinin aynısını giydirir mi? Ba­rındığının aynısında barındırır mı?
Yoksa işçiyi bodrumda, barakada, gecekondu bölgelerinde iskanlandırıp hased duygularını tahrik eder mi, etmez mi?
Bindiği arabayla kibirliliğini izhar eder mi etmez mi?
Hızıyla ihtiyacsızlığını ilan ederken çamurlu yolda çamurunu fışkırtır mı, fışkırtmaz mı, bulaştırır mı bulaştırmaz mı?
Onları bindirir mi bindirmez mi? Ki hadîs-i şerîfin bazı gelişlerinde: “Bindiğiniz bineklere de bindirin.” buyrulmuştur.
Alt ve üst tabaka şefkat, merhamet ve nimeti paylaşmakta bu hakları tanıyor mu?
Demek İslamda köle ve işçi meselesinin, doğ­rusu «KARDEŞLİĞİN», Avrupa'nın ağa ve ırgatına, efendi ve kölesine, patron ve işçisine kıyasa kalkı­şılması, yazılmış tarihi, harabelerin kalıntısı altına gizlemekten başka hiçbir şeyle ifade edilemez.
 
İslam Dîni, putperestliği, şahısperestliği, hâsılı Allah'tan başkasına tapmayı yasaklar; hükümde, zaifi, kuvvetliyi, zengini, fakiri, hocayı, talebeyi, hiç­bir tabakayı hiçbir tabakadan ayırt etmez