بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Yaradılış-1

Allah Teala kendi varlığını, başkaya göstermek  istediği için bu dileği üzerine başkayı, yani kainatı var etti, eğer O kainatı var etmese idi, kainat hiç ender hiç kalırdı. Hiç de, hükümde hiçtir ; yani yok yoktur, yokluğun hükmü de yoktur. Sonra Allah Teala eseri ile Kendisini başkaya gösterdi.

Allah bir cevheri var ettikten sonra ona Cemal ve Celal nazarı ile baktı. Var olunan cevher-i ferd, azametine karşı dayanamadı; eridi de eridi ve kaynadı. Derken, o ruh-u evvel ve cevher-i ferd ikiye ayrıldı; zübdesi, Cenab-ı Hakk’ın izin ve inayeti ile alem-i gayb, ruh, melekut oldu; posasından cisim alemi, mülk alemi meydana geldi. Bu hadiseden evvel aded, zaman, mekan, cevher bile yoktu; bir tek varlık ezeli ve ebedi olan Allah var idi. Hadis-i şerifte : “Hiçbir şey yok iken Allah var idi.” buyrulmuştur.

Cevherin varlığı, bu ikinci varlığa başlangıç oldu. Aded, zaman, ondan bu yana vardır. Binaenaleyh zaman da, zamanın içinde gizlenen her şey de başlangıçlı olduğu için nihayeti bulacaktır. Ancak, İnsan ruhu gibi müstesnalar ezeli olmadıkları halde ebedi kalacaklardır. Bu cevher de; mülk yani madde ; ve ruh yani melekut olmak üzere iki kısımdır. Ve her biri de on üç kısımdır. Melekut, mülk aleminin tahrikçisidir. Melekut mülke, ruh cisme hakimdir. Fakat, cisim ruha, mülk melekuta ünvandır. Şu tarifle diyebiliriz ki ; ruh usta, cesede ise o ustanın aletidir. Bunun içindir ki, ruh cesede irtibat kurduğu zaman hayat, kestiği zaman da ölüm meydana gelir. Hayat ve ölüm noktası ruhun irtibat kurması ve kesmesinden ibarettir. Nitekim bu İmam Eş’ari’nin açık sözüdür.

Buna misal şudur; Bak, uzun seneler seninle bir yatakta yatan eşinden ruhu ayrıldığı zaman, sen nasıl ondan yahud o senden nefret ediyor. Ruh ayrıldığı zaman, insanın bedeni menfur bir hale geliyor. İşte madde bu kadar ruha mahkumdur. Lakin ruh da maddesiz varlığını göstermekten acizdir. Mesela madde aleminde, bedeninde gözü olmayan ruhun görmesi, kulağın olmayanın işitmesi mümkün değildir. Demek ruh, kulak vasıtasıyla işitir, göz vasıtasıyla görür. Eğer madde aleminden başka ruhaniyet yoksa, senin eşinin gayb olmasında, nereden nefret sana gelmiştir?

Yalnız otur, iman et, zikirle uğraş; ruhunu güneşden daha parlak bulursun. Bak, sen senden nasıl gizlenmişsin... Dışta arama, içten içini ara, bulursun... Fakat insanın ruhunu görmesi imanına bağlıdır. İmandan sonra, samimiyet ve zikre bağlıdır. Bunlar olmaksızın insan kendisi(ni) göremez. Yani ruh bir cisim olsa, yüzünü iman aynasında görebilir.

Melekutun üç mertebesi vardır:
1- Nebat halinde, tabiatiyle cismin tahrikçisi olduğu için çoğalır, ziyadeleşir, fakat his ve hareketi görülmez.

2- Melekutun ikinci mertebesi hayvani mertebedir. Bu mertebede melekut kendi ihtiyarıyla hareket eder, çoğalır da, his de eder. Bu her iki ruh da insanda vardır; insan en ince noktasına kadar kendi varlığında bunları müşahede eder. Şaşkınlar bile bu iki ruhu his ve müşahede ederlerken, kendilerini hayvan ve nebat gibi zannederler. Halbuki bu iki mertebe, insanın ruhu diye tabir olunmaz.

3-   İnsanda melekutu itibarıyla üçüncü mertebede üçüncü bir ruh daha vardır. O ruh akılla hareket eder; iradesi vardır; düşüncesi vardır; konuşkandır. İşte insanın bu ruhu melekütudur; ezeli değil, lakin ebedidir. Buna ruh-u insan denilir. Bu ruhun birinci ve ikinci ruhlar gibi taksimi kabil değildir; madde aleminden değildir. Madde ona, o da maddeye kıyas edilemez. Bu ruh emr alemindendir. Bilakis kendisi emrdir. Nitekim yerinde beyan olunacak.

    Cevher-i ferd, diğer tabirle ruh-u evvel iki kısma ayrılmıştır. Zübdesinden melekut, posasından cisimler alemi olmuştur. O zübdeden de Cenab-ı Hakk, Hazreti Ekrem’in ruhunu yaratmıştır. Ondan da Ulu-l-azm peygamberlerin ve diğer peygamberlerin ruhları yaratılmıştır. Şu halde Rasul-u Ekrem’in nuruna en yakın olanlar peygamberlerdir; sonra en yakın olanlar Ona iman edenlerdir. Kimin ruhu cevher-i ferd halinde iken Onun ruhuna yakın ise, o ruh dünyaya geldikten sonra Ona o kadar ittiba’ eder. Burada zaman, öncelik, sonralık yoktur; ve hepsinin kemalatı ittiba’ etmeleri nisbetindedir. Demek bütün melekutun aslı, O nurani cevherin dallarıdır ve O cevherin zübdesinden peygamberler, zübdesinin zübdesinden Peygamberimiz yaratılmıştır. Alem-i melekut da cismanidir. Onun için bölünmeyi kabul eder, lakin melekuti cisimler madde alemine muhalif cisimlerdir. İnsanların ruhları yaratılırken nice nice melekler de aynı cevherden ayrılmışlardır. Bu kısma nurani ismi de verilmiştir.

Cevherin zübdesi ve a’la kısmına nur denilir; o cevherin birinci kısmı melekut ve ruhanilerdir.  O cevherin ikinci kısmı, alem-i mülk yani madde ve cisimler alemidir. Bu evvelki gibi on üç kısımdır. Birinci kısmı ve bu kısmının zübdesi arşdır, sonra kürsidir, sonra yedi kat göktür. Bu zulmani cevherin ikinci kısmının da posası ateş, su, toprak ve havadır. İmandan başka insanı bu dört unsurun kaybından kurtaracak hiçbir vesile yoktur. Bunun için inkara düşer ve kendi ruhunu bile inkara kalkışır. Aslı ile birlikte madde aleminin on dört ferdleri vardır. Ruhaniyet de aslı ile beraber on dört kısımdır. Bu ikisinin tekabülünde yirmi sekiz kısım tamamlanmış olur. Büyüklerimizin “Biz ali harflerdik, sonra indik, satırlandık.” demeleri müşahede ile bu makama işarettir.   

Yorumlar - Yorum Yaz