İmam Ahmed, İbnu Mâce ve Tirmizî, İbnu Hibban'ın tahric ettikleri bir hadîs-i şerîfe Ebû Hizâme radıyallahu Teâlâ anhu diyor ki: Babam şöyle anlattı:
قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ اَرَاَيْتَ رُقًى نَسْتَرْقِيهَا وَدَوَاءً نَتَدَاوَى بِهِ وَتُقَاةً نَتَّقِيهَا هَلْ تَرُدُّ مِنْ قَدَرِ اللّٰهِ شَيْئًا قَالَ هِىَ مِنْ قَدَرِ اللّٰهِ
H.34: “Ben: “Yâ Rasûlallah, taleb etmiş olduğumuz rukye = ayet veyahud hadiste vârid olan duaları okuyup üfürmeye yahud da onunla tedavi olduğumuz bir devâya yahud onunla korunduğumuz maddi manevi bir korunağa ne buyurursun?
Acaba bunlardan birisi, Allah'ın takdîrinden bir şey geriye çevirir mi?” dedim.
Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “O da Allah'ın kaderindendir.” buyurdu.”
Hicrî 606'da vefat eden allâme, hâfız, imam İbn-ul-Esîr diyor ki:
«Rukâ: sar'â ve sıtma hastalığı gibi âfatlardan birine yakalanan kimseye efsun = musha yapmak = okuyup üflemek demektir.
Bazı hadislerde rukye hakkında cevaz, bazılarında nehiy vârid olmaktadır:
Cevâzına delâlet eden hadislerden birisi, başta Abdurrezzâk olmak üzere
Müslim, Buhârî, Ebû Ya'lâ, Taberânî ve Hâkim'in tahric ettikleri, Ümmü Seleme radıyallahu anhâ'dan nakledilen:
اِسْتَرْقُوا لَهَا فَاِنَّ
بِهَا النَّظْرَةَ
H.35: “O cariyeye efsun yapıp okuyup üfleyeni taleb edin. Çünkü muhakkak onda çarpan nazar var.” mealindeki hadîs-i şerîftir.
Nehye delâlet eden hadislerden birisi de,
Müslim, Buhârî ve İbnu Hibban'ın tahric ettikleri, İmrân bin Husayn radıyallahu Teâlâ anhu'dan nakledilen:
هُمُ الَّذِينَ لاَ يَسْتَرْقُونَ وَلاَ يَكْتَوُونَ
H.36: “Cennetliler onlardır ki, rukyeyi taleb etmezler ve dağ da yapmazlar.”
meâlindeki hadîs-i şerîftir. Cevaz ve nehiy arasını bulmanın vechi şudur:
a-Kur'an ayetleri yahud hadiste gelen dualarla rukye yapmak = musha yazmak, takmak, ulemânın ittifakıyla caiz ve meşrû';
b-Arabî dilinden başka şeylerle yahud Allah'ın isim ve sıfatlarından, indirmiş olduğu kitablarındaki kelâmından başka şeylerle rukye yapmak,
c-Rukyenin kesinlikle faide vereceğine itikad etmek, inanmak,
d-Manası bilinmeyen Acemî = İbrânî = Süryânî lafızlara dayanmak, ona tevessül etmek, mekruh, haram ve küfür olmak üzere dört kısım olarak ele alınması gerekir.
İmam Ahmed, Tirmizî, İbnu Mâce ve İbnu Hibban'ın tahric ettikleri, Muğîre bin Şu'be radıyallahu Teâlâ anhu’dan nakledilen hadîs-i şerîfte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in:
مَا تَوَكَّلَ مَنِ اسْتَرْقَى
“Rukyeyi taleb eden kimse tevekkül etmemiştir.” buyurması son üç kısma aiddir.
Amma bundan başkası olan, Kur'an ayetleriyle yahud hadiste gelen Allah Teâlâ'nın isimlerinden birisiyle yahud mervî olan rukyeyle teavvuz = beladan korunup, isim ve sıfatıyla Allah Teâlâ'ya sığınış gibiler ise mekruh bile görülmemektedir, yasaklanmamaktadır. Bundan dolayı Fâtihâ-i Şerîf'le rukye yapıp ücret alan kimseye,
İbnu Ebî Şeybe'nin, Kays bin Ebî Hâzim'in nakliyle, Neseî'nin, “Hârice bin es-Salt'tan, o da Ömer'den” nakliyle, Ebû Davud, İbnu Hibban ve Hâkim'in “Hârice bin es-Salt'tan, o da amcasından” nakliyle tahric ettikleri hadîs-i şerîfte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
كُلْ فَلَعُمْرِى مَنْ اَكَلَ بِرُقْيَةٍ بَاطِلٍ فَقَدْ اَكَلْتَ بِرُقْيَةٍ حَقٍّ
“Ye. Ömrüme andolsun, kim bâtıl bir rukyeyle alıp yediyse elbette bâtıla girmiştir. Amma sen hak bir rukye sebebiyle ücret alıp yedin.” buyurdu; “Ücreti helaldir.” demek istedi.