AKIL
Ehli Sünnet dediler ki: Akıl vacibi, yani yokluğu mümkün olmayanı = yaratıcıyı, hakîkatini bilmese dahi varlığını; ve muhâli, yani varlığı mümkün olmayanı bilir, idrak eder.
Amma akıl, caiz ve mümkünü bilmez. Ahirette neyin faideli, neyin zararlı olduğunu; Hâlık'a karşı nasıl ta'zîmde bulunacağını bilmekten acizdir. Bunun bilinmesi için aklın elini tutarak irşad edecek peygamberlere muhtac olundu. Bu dört hikmete binaen rasuller, akla yol gösterip ışık tutsunlar diye Allah Teâlâ tarafından gönderildiler.
Akıl, ahiret yolunu bilmekten aciz olduğundan, fiilinin akibetini bilemez. Hâlık'ın ta'zîmini idrak etse dahi keyfiyetini bilemez.
Beşerin ne ile ıslah olacağı hakkında idraki yoktur. Çünkü beşer tabakasının hayatının nasıl sonuçlanacağını bilmez. Bundan böyle bugün çıkarttığı hükmünü = kanunu = görüşü yarın kendisi bozar.
İşte, dünya hayatının akibetini bildirmek, izah etmek, ibadet ve taatin keyfiyetini bildirmek, nizâm-ı âlem için insanları muayyen kanuna tâbi' tutmak yolunu akla göstermek için peygamberler, Allah ile kul arasında vasıta ve vesile olarak gönderildiler.
...................................................................
Kalbde ve dimağda olmak üzere akıl iki kısımdır:
a-Dimağdaki akıl, maddenin dış tarafını tahlil etmeye güçlüdür.
b-Kalbdeki akıl, ruhâniyeti, maneviyàtı tahlil etmeye ve sezmeye kabiliyetlidir.
Dimağdaki akıl nazarî hikmetlerle inkişaf ettiği gibi. kalbdeki akıl da amel, güzel hareket, zikir, şükür gibi amellerle inkişaf eder. Her iki aklın birleşip inkişâfına şuur denilir. [6/s.18]