بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

HADİS:35_Tevhid

             مَا مِنْ اَحَدٍ يَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ

صِدْقًا مِنْ قَلْبِهِ اِلاَّ حَرَّمَهُ اللّٰهُ عَلَى النَّارِ

“Tasdik = kalbînde doğruluğuna hüküm ettiği halde Allah'tan başka azabından korkulan, zâtıyla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan hiçbir ma'bûd olmadığına ve Muhammed'in de Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet eden hiçbir kimse yoktur ki, Allah da onu ateşe haram etmemiş = ondan uzaklaştırmamış olsun.”
buyrulan hadîs-i şerîfin hükmünce Ehli Tahkîk olan sûfîler: “İhlas, Tenzih, Tecrid ve Tefrîdle gerçekleşen Tevhîd: Bilgi üzere “Ulûhiyetin” –yani tapılmanın–, “Rubûbiyetin” –yani icâdıyla eşyayı yokluktan varlık sahasına çıkarmanın, varlık sahasına çıkarttığı âlemi imdâdıyla yeşertmenin, yaşatmanın, tedbir etmenin, tasarruf etmenin–, “Mâlikiyetin” –yani sahib olduğu mülkünde hükmünün geçerli olmasının– ve “Hâkimiyetin” –yani isteğine göre hükmünü icra etmenin– sadece Allah Teâlâ'ya tahsis edil­mesi, mâsivânın vücudunun nefyedilmesi, Zât-ı Pâk-ı Ehadiyye'yi Birleyerek vücudun Zât-ı Şe­rîfi'ne tahsis edilmesi, isim ve sıfatlarının öğrenilmesi ve kalbi tasdik şartıyla dille لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اَللّٰهُ “Lâ ilâhe illallah” diyerek nübüvvet ve risâletle şereflenen Muhammed'in tasdik edilmesidir.” diye tarif ettiler.
Şehadet Kelimesi'ni getirerek hak ve gerçeğe muvâfık bilgi üzere iman eden, içtenlikle boyun eğerek Allah Teâlâ'nın dînine teslim olan, “Rabb'im beni görür.” diye hayatına çeki düzen veren, kendini Rabb'inin kontrolü altında bulunduran, zikir ve ibadetle Rabb'ine yönelmekte sebat eden, “Benim gibi halk, Rabb'i­min iyâli gibidir.” deyip Rabb'inin iyâline iyilik yapmayı âdet edinen, iman ve İslam üzere Allah Teâlâ'nın azabından sakınan, rahmetini uman gerçek kulu, er geç Allah Teâlâ'nın rızasını kazanır, kendisine sevgi inmiş olur.

İman ve İslam üzere azabına sebeb olabilecek günah işlemekten sakınan, zikretmek, farz, vacib, sünnet, müstehab ibadetleri yapmakla lütuf ve merhametini uman, rızasını kazanmış gerçek kulunu Allah Teâlâ meleklerine:
“Bu kulum, Mü'min = Nezdim'de ve halkın nez­dinde güvenilir, Müslim = yasaklarımdan sakınan, emrlerimi yerine getiren, Muhsin = azabımdan korkması, nimetimi sevmesi sebebiyle kuluma iyilik yapandır; onu sevin.” diye tanıtır; artık melekler de o Muhsin kulunu severler.

Muhsin kul, hayatına çeki düzen verip kendini Rabb'inin kontrolü altında bulunduran, azabından korkması, nimetini sevmesi sebebiyle de zikir ve ibadete devam eden, Allah Teâlâ'nın kuluna da iyilik yapan Mü'min ve Müslim kimse demektir.

Allah Teâlâ'yı sevmek, “Allah'ı severim.” diye kupkuru bir iddiadan ibaret değil, bilakis sevgi, iman etmekte ve her hususta Muhammed sal­lallâhu aleyhi ve sellem'e uymak, itaat yani Allah Teâlâ'nın yasaklarını terk etmek, ibadet yani namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, haccetmek, cihad yapmak yani her türlü İslâmî hizmette bulunmak, en geniş manasıyla zikir yapmakla gerçekleşir.