يَقُولُ العَبْدُ فِى بَدْ ءِالاَ مَالى* لِتَوْحِيدٍ بِنَظمٍگا لا لِى
Kulun der mebde'-i imlâlarında
Cevâhir nazmedip inşâlarında
Dizip Tevhîd için bir nice gevher
Getirdi nazma çün hurşîd-i enver
Bed'ul Emali Şerhi 2.beyit
اِلهُ الخَلْقِ مَوْلاَنَا قَدِيمٌ* ومَوْصُوفٌ بِاَوْصَافِ الگمَالِ
Hudâ kim Sâni'îdir Kâinâtın
Dahi Ma'bûdu cümle Mübdeâtın
Kadimdir Zât-u Ef'âl-u Sıfâtî
Kemâl-i vasfiyle mevsûf Zâtî
Ma'bûd'umuzun kemal sıfatlarına inanç bağımız:
اِلهُ الخَلْقِ مَوْلاَنَا قَدِيمٌ*ومَوْصُوفٌ بِاَوْصَافِ الگمَالِ
Tercemesi : Bütün kainatı yaratan Mevla'mız kadîm ve ezelîdir. Kemal sıfatlarıyla vasıflanmaktadır.
Asıl lüğatte ism-i cins olarak ilah kelimesi:"Çok aşırı sevilen şey"dir; örfen de , sevilen şeye:"Ma'bud" ve"ilah" ismi verilmektedir.
Türkçemizde de sevilene, "tapınılan" ,"tanrı" yahud "tapınak"ismi verilmektedir.
Şeriatin örfünde ise "elif -lâm"la birlikte الا له "El-İlâh"lafzı, الله "Allah" lafzıyla eş anlamdadır.
Mahlukun O'nun Zâtı'nı tanımaktan âciz kaldığı, tanımasında hayrete düştüğü, Kendisi'ne sığındığı ve ruhunu dinlerken azabından korktuğu, istekli isteksiz kendisine boyun eğilen Ulu Zât'ın özel ismi الله Allah'tır.
Binnetice sevgisi ve korkusu mahlûkunun kalbini istila ettiği için Kur'an-ı Hakîm'de Kendisi'ne الله ismi verilmiştir.
Binaenaleyh sâir özel isimler gibi الله "Allah" Lafzı özel isim olduğu için hiçbir dille terceme edilemez.
Bu noktadan hareketle Tevhîd kelimelerindeki اله "ilah" lafzını, "sevgisinden yahud korkusundan kendisine tapılan Ma'bûd" diye terceme ediyoruz.
Bunun sebebi, فعال "fiâl" kalıbında olan اله "ilah" kelimesinin , مفعول "mef'ul" kalıbında olan معبود "ma'bûd="kendisine tapınılan, yahud sevilen" manasında olmasındandır.
Aynı zamanda معبود "ma'bûd" kelimesi çalab ,tanrı, hudâ ,yezdan gibi kelimelerle terceme edilebilir; bu kelimelerden birisi özel isim olarak kullanılmış olursa, "Tanrı Teâlâ"gibi tenzîhle yahud "Rabb-ul-âlemin" gibi izafeyle tazîmi ifade eden herhangi bir kelimeyle kullanılması gerekir.
كان الله ولم يكن معه شىء
"Ezelde beraberinde hiçbir şey olmadığı halde Allah var idi."diye hadîs-i şerifte buyrulduğu üzere ezelden beri O mukaddes Zat kemal sıfatlarıyla, Esmâu-l-Hüsnâsı'yla vasfolunmaktadır. Mâsivâ yahud âlemin bir ferdini dahi ezelî inanan kafir olur, şirke düşer.
Aynı zamanda İlah yani Rabb olmaklığı sebebiyle tapılmayı hakeden Ma'bûd, Zâtı'nın hakîkatinde mahlûkun âciz kaldığı, lakin fitraten, tabi olarak insanın O'nu tanıdığı ve sevdiği Rabb'dir.
Rabb Teâlâ , Lütuf ve Cemal sıfatlarıyla merhametini, Azamet ve Celal sıfatlarıyla da kahrını icrâ edendir.
O'nun bu icraatına, Sünnetullah=tabiî kanun denilmektedir. Doğrusu tabiî kanuna "Sünnetullah" yürütene de Rabb denilmektedir.
İlah ve Rabb O Zat'tır ki, noksanlık ve mahlûkunun sıfatından münezzehtir.
Zât-ı Şerîfi, ya kemâl-i zuhûrundan dolayı görülmez; veyahud Zât-ı Şerîfi çok gizli olduğu için görülmez.
Zâtı, Sıfatı ve Fiili "ne kadar,"nasıl","nerede","neden" kelimelerine sığmamaktadır.
"Ne kadar","nasıl", "nerede","neden" kelimelerine sığan, mahluktur, sonradan var olunandır yani yaratılandır; yaratıcı değildir.
Yaratıcı olmayınca, "İlah","Ma'bûd","Mahbûb","Maksûd" ve "Ezelî ve Kadîm" de olmaz. Kadîm ve Ezelî sadece O'dur...Ğayri si hep mahluktur; O'na muhtacdır. O ise ğayrine muhtac değildir.
Rabb Teâlâ'nın , İlim ve iradesiyle âlemi yoktan var eden, kudretiyle yeşerten yaşatan özel ismi: الله =Allah'tır; "Allah" lafzı, Vâcib-ul-Vücûd'un, yani aklın kesin hükümle Varlığı'nı isbat ettiği Vücûd'un=Var'ın ismidir; başka bir lafizdan ayrılmış değildir.
"Hakîkî fâili olmaksızın hiçbir fiil oluşamaz" kaziyesinde enbiyâ ve feylesoflar ittifak etmektedirler. Binaenaleyh o şey ki şiddetli belalar anında Kendisi'ne sığındığımız, eğlenceden ,oyundan , geçimi temin için çalışmaktan soyulduğumuz zamanda Kendisi'nden korktuğumuz, o şey ki sebebini bilmediğimiz, Kendisi'ni tanımadığımız halde sevdiğimiz, o şey ki Esmâu-l-Hüsnâsı'nı ,âlî sıfatlarını bilmiş olduğumuz halde Kendi'sine ibadet ettiğimiz , her zamanda kalbimizde düşündüğümüz, ilim ve iradesiyle âlemi icad eden, kudretiyle tedbir ve takdir eden hakîkî fâildir ,ismi الله Allah'tır. Celle Celâluh. (43/s.35-39)
Bed'u-l-Emâlî Şerhi 3
هُوَ الحَيُّ المُدَبِّرُ كُلَّ اَمْرٍ* هُوَ الحَقُّ المُقَدَّرُ زُو الجلال
Hâfız Refi'in
Nazmen Tercemesi :
Hayât âsâ müdebbirdir umûri
Mukadderdir zuhûri ve butûni
Anın Zât'ından ayrılmaz hayatı
Edeb dâimdir A'nın yok memâtı
Ezelde ilm-u tedbîr-u kazâsı
Değişmez böyledir bil iktidâsı
Celildir öyle kim sahrâ-i eflâk
Değildir der köhnede zerre-i hâk
هُوَ الحَيُّ المُدَبِّرُ كُلَّ اَمْرٍ*هُوَ الحَقُّ المُقَدَّرُ زُو الجلال
Tercemesi : Kendisi'ne has, Zât'ından ayrılmaz hayatı, ezelîdir, ebedîdir, daimîdir. Zira O'nun yokluğu yoktur ki, hayatı O'ndan ayrılabilsin.
"Kendisi'ne has Zâtın'dan ayrılmaz hayatı" sözünün manası, gezegenlerin, yer kürresinin=toprağın ve asılları olan zerre=madde=cevherlerin harabe çöplüğü içinde olmaması ve Zât-ı Şerîfi'nin dahi ğayrine zarf olmamasıdır.
Hayatının Zâtı'ndan ayrılmazlığı gereğince, ezelî ilmi, tedbîri, hüküm ve kazası aslâ değişmez.
Zât-ı Şerîfi görülmese bile, şu gezegenlerin sahrasında sun'iyle= hükm-ü kazasıyla apaçık görülmektedir.
Nitekim Allah Teâlâ:
يُدَبِّرُ الا َ مْرَ مِنَ السَّمَاءِ الِى الا َرْضِ
"Gökten yere kadar bütün işleri O tedbir eder= hüküm sürer=mahlukunu belli bir nizama tâbi' tutarak idare eder." ve:
تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِى الجَلالِ وَالاِكْرَامِ
"Celal ve İkram sahibi Rabb'inin Zât-ı Şerîfi çok yücedir." ve :
وَعَلَّمَ آدَمَ الا َسْمَاءَ كُلَّهـَا
"Allah Teâlâ Âdem'e bütün isimleri öğretti. " buyrulmaktadır.
Allah Teâlâ'nın mahlukunda tedbîri:icad ve imdadıyla tasarruf etmesi demektir:
Bütün kainat, icadıyla var olmakta, imdadıyla da yeşermekte, yaşamakta, harekete geçmekte, nizam bulmaktadır.
Mahlukundan imdadını keserse nizam ve tabiî kanunlar sükûn bulur, nizam bozulur.
Mahlukundan icadını keserse mahluku büsbütün yok oluverir.
Böylece âlemde tedbîr etmesi:Hüküm ve takdîr etmesi demektir.
İcad ve imdad itibariyle Sünnetullah olan tabiî kanunlarını, kulun lehine icra ederse Cemal sıfatıyla; aleyhine icra ederse Celal sıfatıyla tedbir ve tasarruf etmiş olur.
Bu cihetle ,mecâzen değil, hakîkî isnadla tedbîrini mahlûka izafe eden, müşrik olur. İşte şirk de budur. İnkar edense kâfir olur.Bazen küfür , şirk birleşir; bazen ayrılır. İkisi de küfürdür.(43/s.39-41)
Bed'u-l-Emâlî Şerhi 4
مُرِيدُ الخَيْرِ والشَّرِّ القَبِيح*ولكِنْ لَيْسَ يَرْضَى بِالمُحَالِ
Mürid oldur Kamu eşyada zâhir
A'nındır hükm-ü mutlak evvel-u âhir
Çu hayr-u şerre hükmü oldu kâzî
Meâsîye değildir Zât'ı râzî
Yaradır yani Hakk küfrile îman
Velî küfre rızası yokdur ey cân
Evet her kulda vardır bi irade
Velâkin cebr-i mahd yoktur arada
Bir cüz-i ihtiyâriyle muhâtab
Olur kul geh musâb-u geh muâkab
Hudâ Hâlık'dır ancak abdi kâsib
Savâb budur dahi re'yi münasip
İmam Ûşî bu beytle, Muattıle ve Mu'tezile mezheblerini reddederek şöyle demektedir
مُرِيدُ الخَيْرِ والشَّرِّ القَبِيحِ*ولكِنْ لَيْسَ يَرْضَى بِالمُحَالِ
Tercemesi: Zât-ı Şerîfi'yle değil, isim ve sıfatlarıyla her eşyada zâhir olunca, olan olayların irade edicisidir demektir.
Başlangıç ve sonuç itibarıyla iradesine muvafık olan olaylar, O'nun hükmüdür.
Nakışçının her şeyi nakşetmesi, sun'atının fevkalâde mükemmel olmasının alâmeti olduğu için, hayr ve şerri hüküm etmekte O Zat kâdî = hüküm edicidir.
Kulunun âsi olacağı yerde Zât-ı Şerîfi'nin rızası yoktur. Hâsılı kulunun şer işlemesine razı olmasa dahi, iradesiyle, kulunun isteği üzere hükmünü icrâ eder = hükmüyle yaratır.
Canım! Küfre rızası olmasa bile Hakk Subhânehu ve Teâlâ, küfrü de imanı da yaratır.
Evet her kulda cüz'î irade denilen bir istek = arzu = azmak vardır. İş böyle olunca arada hâlis cebir yoktur. Zira kul fiilinde = işleyeceği işde müstakil olmadığı gibi, azması sebebiyle kuluna fiilini yaratması, cebri ortadan kaldırmaktadır.
İstek = arzu = azmak denilen cüz'i iradesiyle kul, teklifte muhatab tutulmaktadır.
Ve bundan böyle gâh sevab kazanmış olur, gâh sonuçta azablanmayı hak eder.
Ancak kulunun aleyhinde lehinde yaratması sebebiyle işlenen iş, Yaratıcı'nın; kulun istek = arzu = azması yani cüz'î iradesi sebebiyle işlenen aynı iş, kulun kesbidir = vasfıdır.
En doğru ve münasib söz, Ehli Sünnet vel'Cemaatin bu sözüdür. Nitekim Allah Teâlâ:
يَفْعَلُ اللهُ مَا يَشَا ءُ
"Allah Teâlâ dilediği şeyi yapar = işler."
يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ
"Dilediği şeye hükmeder."
جَزَا ءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
"Yapmış oldukları amellere karşılık vermektedir." yine:
وَلا َ يَرْضىَ لِعِبَادِهِ الكُفْرَ
"Ve kullarının küfrüne aslâ razı olmaz." buyurmaktadır. Hâsılı hayr olsun; iman, ibadet, taat gibi... şer olsun; küfür, ma'siyet ve fısk gibi... kulunun iradesi dahilinde olsun veyahud haricinde olsun, âlemde icrâ olunan her olayın, Allah Teâlâ'nın ilmi, iradesi ile olmasına hükmetmek farzdır. Şu kadar ki, kulunun fenalık yapmasına rızası yoktur. (43/s.41-43)
Bed'u-l-Emâlî Şerhi 5
صِفَاتُ اللِه لَيْسَتْ عَيْنَ ذَاتٍ*وَلا َغَيْرًا سِوَاهُ ذَا انْفِصَالِ
Sıfâtı Tanrının ey nûr-i ayni
Değildir Zâtı'nın ğayri ve ayni
Kelâmında ne ile etdi tavsîf
Cenâb-ı lâ yezâlin dahî ta'rif
Bize vâcib ana iman getirmek
Cevâzı yokdur bunun künhüni eşmek
Budur tahkîki ashâb-ı kemâlin
Hilâfınca Gürûh-u i'tizâlin
صِفَاتُ اللِه لَيْسَتْ عَيْنَ ذَاتٍ*وَلا َغَيْرًا سِوَاهُ ذَاانْفِصَالِ
Tercemesi : Ey göz bebeğimin nuru gencim! Tanrı Teâlâ'nın sıfatları Zâtı'nın Kendisi de değildir ve O'ndan ayrılmaz da.
Kelamında Allah Teâlâ Zâtı'nı, İsmi'ni, Sıfatı'nı nasıl bildirdi ise, vasfetmiş ise zeval bulmayan O Zât-ı Akdes Teâlâ'nın Cenâbı'nı öyle tarif etmek=tanıtmak gerekmektedir.
Ve bize, öyle iman etmek gerekir.
Zâtı'nın künhünü eşmek, araştırmak, karıştırmak caiz değildir.
Kemâlâta eren ehli tahkîkin ölçüleri budur.
Ama i'tizâle sapan gürûh, bunun hilâfına hükmettiler.
Bu beytlerin mecmûunda yedi mesele dercedilmektedir:
a- Zat ve sıfatın bir tek şey olmadığına inanmak meselesidir. "Zât", Sıfatı düşünülmesi mümkün olmayandır; mesela cevher= madde=kuş gibi.
"Sıfat", varlığı zatla olup zatsız düşünülmesi mümkün olmayandır; mesela araz=cisim=şekil=hareket=kuşa nazaran uçuş gibi.
Binaenaleyh Allah Teâlâ'nın sıfatlarının, Zâtı'nın Kendisi olmadığına ve aslâ Kendisi'nden ayrılmayacağına inanmak farzdır.
b- Zât-ı Akdes Teâlâ'yı isim ve sıfatlarıyla bilmektir=tanımaktır. Seyyîd Şerîf, sözü Ebû Bekr Sıddîk'a nisbet ederek diyor ki:"Allah Teâlâ'nın Zât'ından bahis açmak şirktir. Zâtı'nı idrak etmemek de idraktir."Nitekim bir Hadîs-i şerifte de "Allah'ın Zâtı'nda düşünmeyin; mahlûku yaratmasında düşünün. " buyurulmuştur.
c-Biz Allah Teâlâ'nın Zâtı'nın hakikatini bilmekle mükellef değiliz; isim ve sıfatlarını tanımak ve bilmekle farz olarak mükellef olduğumuzu bilmeliyiz.
d- Allah Teâlâ'nın madde, cisim ve cevher olmadığı için, cihetin nisbet edilmesinden ve " şu" diye kendisine işaret edilmekten münezzeh olduğunu bilmemiz farzdır.
Cihete muhtac olduğu için her bir madde= cevher=cisim, üç keyfiyetten biriyle tanınmaktadır.
1- Mesela her bir şey "şu" kelimesiyle tanınır yahud tanıtılır:Çocuğun dile gelmesi zamanında parmağıyla göstererek: "Şu, şu, şu nedir?"deyişiyle eşyayı tanıması; ana babanın kendisine işaret edilen eşyanın ismini söylemesi, bunun örneğidir.
Aynı zamanda insan büyüdükten sonra da ismini bilmediği şeyi gördüğü zaman, ancak cismiyle, maddesiyle, şekliyle tanıması, ismini öğrenmeye tâlib olması devam etmektedir. Ancak bu kaide Allah Teâlâ'nın ma'rifetinde gerçekleşmez.
2 - Allah Teâlâ'nın cinsi, nev'i olmadığı için Zât-ı Şerîfi'nin, "resim ve tarif"le tanınmayacağının bilinmesi farzdır. Mesela her bir şey=madde, cisim ve cevher, "resim ve tariflerle" tanınır. Yani cinsle ve nevi'lerini birbirinden ayırd edici fasıl ile=ayrıntılarıyla tanınır. Mesela insanın cinsi hayvan , insan nev'ini sair hayvan nevi'lerinden ayırd edici nutuk olunca, "insan hayvân-ı nâtıktır. "demekle tanınır. Böylece "gümüş yüzük", " çelik kapı" gibi.
3 - Allah Teâlâ'nın, isim ve sıfatlarının bilinmesiyle tanınabileceğini bilmektir.
Mesela her bir şey = madde, cisim ve cevher, isim ve şekil gibi sıfatlarıyla tanındığı gibi.
e- Zât-ı Akdes Teâlâ'nın Zât-ı Şerîfi hiç bir kimseye bilinmemektedir. Kendisi isim ve sıfatlarını vahiy vasıtasıyla peygamberlere bildirdiği için, tanınması aynı isim ve sıfatlara bağlı kalmaktadır ; yani peygamberlerin, الله "Allah ", الاحد "El-Ehadu ", الصمد "Es-Samedu"= "Ğayrine muhtac değildir, ğayri kendisine muhtacdır. "; القدوس "El-Kuddûsu", السلام "Es-Selâmu"="Her türlü noksanlıktan Zât-ı Mukaddes ve sıfatları münezzehtir. "; العليم "El-Alîmu"="ilmi her şeyi kuşatmaktadır. ";القدير "El-Kadîru"="Dilediği her şeyi yapmaya gücü yetendir. "; الرحمن "Er-Rahmânu"=" Her canlıya rızkını iletmektedir. " ; ارحيم "Er-Rahîmu"=Kendisi'ne teslim olanları esirgemektedir. الحكيم "El-Hakîmu"="Yarattığı her şeyi yerli yerinde yaratmaktadır. "gibi ism-i şerîflerini bildirdikleri gibi isim ve sıfatlarının bilinmesi ve inanılması farzdır.
f- Allah Teâlâ'nın Zât-ı Şerîfi bir mahluka benzemediği gibi, sıfatlarının da aslâ bir mahlukun sıfatına benzemediğini bilmek farzdır.
g- Mecbur olmaksızın sadece iradesiyle her şeyi yaratanın Allah Teâlâ olduğuna inanmak farzdır. Yani kulun iradesiyle işlediği işini dahi Allah Teâlâ yaratsa bile, yine de arzu ve azması sebebiyle kulunun itaatte sevab kazanacağına, ma'siyette azaba müstehak olacağına inanılması dahi farzdır.
Allah Teâlâ'nın sıfatları Zâtî ve Fiilî sıfatları olmak üzere iki türlüdür:
a- Zâtî sıfat ve zıddı düşünülebilen ve nefyi noksanlık sayılan yahud îcad, ihdas manasını kuşatmayan sıfatlardır;" Hayat","İlim","Basar"gibi.
b- Fiilî sıfatlar, zıtları olmayan ve nefyi noksanlık sayılmayan yahud ihdas ve îcad manasını kuşatan sıfatlardır; "Îcad","inşâ","imâte=öldürmek",
"İhyâ'=diriltmek","terzîk=rızıklandırmak" gibi.(43/s.43-48)
Bed'u-l-Emâlî Şerhi 6
صِفَاتُالذَّاتِ وَالا َفْعَالِ طُرّاً*قَدِيمَاتٌ مَصُو نَاتُ الزَّوَالِ
Hâfız Refi'in
Nazmen Tercemesi :
Sıfât-u Zât-u Ef'âlilhak
Kadîm-u lâ yezâlîdir muhakkak
Teâlallâh zehi lutf âsâ sultan
Ki girmez Hazreti'ne şîn-u noksân
صِفَاتُالذَّاتِ وَالا َفْعَالِ طُرّاً*قَدِيمَاتٌ مَصُو نَاتُ الزَّوَالِ
Tercemesi : Mâturîdîye göre, Hakk Allah Teâlâ'nın Zâtî ve Fiilî sıfatlarının cümlesi kadîm ve ezelîdir, Bâki ve Sermedî'dir.
Allah Teâlâ mutlak hüküm, hikmet ve lütuf sahibi olunca, gerek Zât-ı Şerîfi'nin Hazreti'nde ve gerekse yaratmasında, var etmesinde, yok etmesinde aslâ ayıb ve noksan bulunamaz. Nitekim Allah Teâlâ :
هـُوَ الحَيُّل لا َ اِلهَ اِلا َ هـُوَ
"O hakîkî hayat sahibidir. Kendisi'nden başka hiçbir ilah = mâ'bud yoktur. ";
وَهـُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
"O, herşeyi bilicidir.";
وَهـُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
"O gerçekten işitici ve görücüdür. "
يَحكُمُ مَا يُرِيدُ
"Dilediği şeyle hükmeder.";
وَهـُوَ عَلََى كُلِّ شَيْ ءٍ قَدِيرٌ
"O, her=şeye mevcuda gücü yetendir." ve
هـُوَ اللهُ الخَلِقُ البَارِئُ المُصَوِّرُ
"O Allah'tır, her şeyi yoktan yaratandır, benzeri olmaksızın yaratmaya başlayandır, yarattığı her mahluka biçim ve sûret verendir. "buyurmaktadır, ki gerek cins, gerek nevi' ve gerek ferdlerden her şey kendisine has birisi diğerine benzeyişiyle beraber, her cins, her nevi' ,her ferd, biri diğerine karışmaz. Bir ferdin hakîkatini bilmek için , ya zıddını ,ya cinsini, ya faslını, yahud sûretini bilmek kâfidir.
Allah Teâlâ'nın ise zıddı, benzeri, cinsi, faslı yoktur, bunlardan münezzehtir, dolayısıyla akıllar, Zâtı'nın hakîkatini bilmekten âciz kalmaktadırlar.
Allah Teâlâ bir tek Zat'tır; kemal sıfatlarıyla vasıflanmaktadır, mahlûkun zihnine, aklına ve gözü önüne gelen her şeyden pâk ve âlidir=münezzehtir; İsmi الله "Allah"tır; Esmâu-l-Hüsnâsı vardır, isimleri ve sıfatları kadîmdir; Zâtı, Sıfatı ve Fiili, adedi kabul etmez ve sıfatları aslâ O'ndan ayrılmaz, sıfatları Zâtı üzerine zâiddir. Böylece iman etmek bize kâfidir.
Her Mü'mine bilinmesi farz olan Allah Teâlâ'nın kemal sıfatları şunlardır; آمنت بلله "Amentü Billahi" yahud لا اله الا الله "Lâ ilâhe İllallah " denildiği zaman, Allah Teâlâ'nın kemal sıfatlarının düşünülmesi ve akılda tutulması da farzdır:
1-Vücud'dur. Vücud, Zâtı'nın kendisidir. Bir şeyin var olması, varlığı demektir. Buna Nefsî Sıfat denilir.
2-Kıdem'dir. Yani ezelîdir; başlangıcı yoktur. Her şeyden evvel var idi ki, her şeyi var etti.
3-Bekâ'dır, yani daimi kalmaktır. Ebedîdir; her şeyi yok ettikten sonra yine O vardır. Öyleyse Sermedî'dir.
4-Kıyâmun Bizzat yahud Kıyâmun Binefsih. Yani Varlığı'nda, Zâtı'nda ve Sıfatı'nda başkasına muhtac değildir. Çünkü Varlığı hakîkîdir. Bilakis başkası O'na muhtacdır.Çünkü ğayrinin vücudu izafîdir. Nakş, nakkâşına muhtacdır. Nakkâşın ise nakşa ihtiyacı yoktur.
5- Muhalefetûn lilhavâdis. Yani mahlûkuna benzemediği gibi, mahlûkunun vehmine ve aklına gelene de benzemez.
6-Vahdaniyet'tir. Yani Birtek'tir. Doğrusu, ikincisi olmayan Bir'dir. Daha doğrusu, birlerin içerisine girmeyen Birtek:Ehad'dir.
Son beş sıfata ,"Sıfat-ı Subûtiyye"denildi; yani her an Allah Teâlâ hakkında sabit olan sıfatlardır.
Aynı sıfatlara "Selbî Sıfat " da denildi; yani Zât-ı Şerîfi için manalarının hükmü müsbet; zıddını nefyeden sıfatlar demektir.
7- Hayat'tır. Yani diri olmaktır. Lakin O'nun hayatı da kulun hayatına benzemez. Çünkü kul hakkındaki hayat , his ve harekettir, yani izafî hayattır; O'nun hakkında ise hakîkî hayattır, sabittir, hareket ve sükundan münezzehtir. Kâdî Beydâvî diyor ki : Allah hakkında hayat, onsuz Zâtı tasavvur olunamaz; Bizzat Diri'dir, demektir."
8-İlim'dir. Yani kainat olmadan evvel de Allah Teâlâ var edeceği kainatın cüz'ünü, külünü, zamanını, miktarını, kemiyetini, ne kadar yaşayacağını bilirdi; ebede kadar da bilir. Imi ,ezelden ebede bakan ,benzersiz bir aynadır.
9- irade'dir. Yani kainatta her ne olursa olsun, O'nun iradesiyle, dilemesiyle olur.
10- Kudret'tir. Mutlak güç sahibi olmaktır. Kudretin bağlı olduğu her şeyi yaratır veya yok eder.
11- Semi'dir. Her sesi işitmek demektir. Mesela, gecenin karanlığında mermer üzerinde yürüyen bir karıncanın yerini bilir; yürümesini irade eder; kudretiyle yürütür; karınca yürürken de ayaklarının sesini işitir ve
12-Basar'dır. Karıncanın cismini de görür. Görmek sıfatıdır.
13- Kelam'dır. Zât-ı Şerîfe mahsus benzersiz konuşmaktır.
14- Tekvin'dir. Var etmek, yok etmek sıfatıdır.
Bu sekiz sıfata da, Sıfat-ı Subûtiyye, Zâtîyye denilir. Eş'arîler, Tekvin sıfatının dışında Hayat'tan Kelam'a kadar Sıfat-ı Meânî; bunların mülâzımı olarak tesbit ettikleri şu yedi sıfata da Sıfat-ı Ma'nevviyye dediler. Onlara göre:
15-Hayy'dır. Hayat vericidir.
16- Kadîr'dir. Güç yetiricidir.
17-Alîm'dir. Yani bilicidir.
18-Murîd'dir. Yani dileyicidir.
19-Semî'dir. İşiticidir.
20-Basîr'dir. Yani görücüdür.
21-Mütekellim'dir. Yani konuşucudur.
Bu sıfatların cümlesi, Zâtın'dan ayrılmaz ezelî ve ebedîdir; ne Zât'ın aynı ne de ğayridir. Bu sıfatların zıdları Hakkında muhaldir.
Mesela Vücud'un zıddı yokluktur.Kıdem'in zıddı, sonradan var olmaktır. Diğerlerini kıyas et.
Allah hakkında yukarıda saymış olduğumuz sıfatlar vâcib sıfatlardır. Vâcibin manası, aklın yokluğunu kabul etmediği ve ezelî, ebedî olan şeydir=Allah Teâlâ'nın Zât ve sıfatlarıdır.
Vacibin tam zıddı muhal sıfatlar ise, ğayr-i mümkün demektir ki, akıl varlığını kabul edemez, düşünemez.
Her Mü'mine Allah Teâlâ'nın vâcib ve muhal yani mümteni' sıfatlarını bilmek farzdır. Ayrıca Allah Teâlâ hakkında, bir tane olmak üzere Caizî sıfat vardır. Câizî sıfatın manası, iradesiyle birşeyi yapmak veya yapmamakdır. Burada "câiz"in manası:Allah Teâlâ'nın yapması ve yapmamasının aynı seviyede olması demektir.(43/s.48-53)
Bed'u-l-Emâlî Şerhi 7
نُسَمِّى اللهَ شَيْأً لا َكَالا َشْيَا*وذَاتًا عَنْ جِهـَاتِ السِّتِّ خَالِ
Denur şey benzemez eşyaya aslâ
Denur Zât-u cihetdendir müberrâ
Çu vâcibdir vücûdi misli olmaz
Cihât-i sitt-u naksı anda bulunmaz
Bu eşya cümle a'lâ-u esfel
Değil nahr-i celâli içre hardal
نُسَمِّى اللهَ شَيْأًلا َكَالاَشْيَا*وذَاتًا عَنْ جِهـَاتِ السِّتِّ خَالِ
Tercemesi: Cihet, işaret ve mekandan tenzih etmek şartıyla, ğayri olan eşyaya benzemez "Allah Teâlâ şeydir", "... Zat'tır" denilebilir. Zira Vacib'in Vücudu = Varlığı'nın benzeri olmaz:
Vâcib'le vasıflanan "Vücud" yahud Vâcib'e izâfe olunan "Vücud"un, mesela "Vâcib-ul-Vücud"un, altı ciheti, noksanlığı bulunmaz demek manasındadır.
Şu görmüş olduğumuz, yukarı ve aşağı olan bütün eşya, Allah Azze ve Celle'nin Celâl denizine nazaran bir hardal tanesi kadar değildir. Nitekim Allah Teâlâ:
قُلْ اَىُّ شَىْءٍ اكْبَرُ شَهـَادَةً قُلِ اللهُ شَهـِيدٌ بَيْنِى وَبَيْنَكُمْ
"Habîbim de ki: Şahid olarak hangi şey daha büyüktür. Habîbim de ki: Allah Benimle sizin aranızda hâzır ve nâzırdır = her eşyayı murakebe etmektedir ve halimizi kontrol etmektedir." buyurmaktadır.
"Hangi şey" buyurmasında, Allah Teâlâ da dahildir.
Bilmiş olalım ki bu ayet-i kerîmede شَىْءٍ "şey'in" kelimesi, mevcud manasındadır.
Allah Teâlâ Vâcib-ul-Vücûd'dur, yani akıl yokluğunu düşünemez, kabul edemez. Bu sebeble Allah Teâlâ'ya "şey" yahud "zat" demek caiz olduğu gibi, شَاءَ = "şâe" fiilinin masdarı olan مُشِياءًا = "muşî" yani "dileyici" manasındaki شَىْء = "şey" kelimesinin de Allah Teâlâ hakkında kullanılması caizdir. Fakat masdar olan شَىْء = şey', ism-i mef'ûl yani mevcud manasında ise, Allah Teâlâ hakkında isti'mâli caiz olmaz, küfürdür.(43/s.53-54)
Bed'u-l-Emâlî Şerhi 8
وَلَيْسَ الا ِسْمُ غَيْرًا لِلمُسَمَّى*لَدَى اَهْلِ البَصِيرَةِ خَيْرِ
آلِ
Müsemmânın değildir ismi ğayri Basîret ehli böyle kıldı seyri
Anın kim dîde-i binâsı vardır
Elinde hüccet-i beyzâsı vardır
وَلَيْسَ الا ِسْمُ غَيْرًا لِلمُسَمَّى*لَدَى اَهْلِ البَصِيرَةِ خَيْرِ آلِ
Tercemesi : Bilindiği üzere basîret sahibi en hayırlıların nezdinde "şey"in ismi "şey"den başkası olmaz. Bu meseleye aid, Ehli Sünnetin nezdinde berrak ve parlak hüccetler vardır. Nitekim Allah Teâlâ :
"Âlî olan Rabb'inin Zâtı'nı yücelt." diye buyurmaktadır. Burada "isim" kelimesi, isim sahibi olan"zat" manasında kullanılmaktadır. Bundan, ismin, müsemmâsının= isim sahibinin ğayri olmadığı anlaşılmaktadır.
İmam Ûşî'nin "en hayırlılar"dan maksadı, Ehli Sünnet vel'Cemaattir.
Ehli Sünnet Vel'Cemaat, ashâb-ı kirâmın ve ardınca giden ulemânın inandıklarına inanan, onlar gibi yaşayan, ibadet eden ve güzel ahlaklarıyla ahlaklanan kimselerdir. Zira Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem'den "Kurtuluş fırkası hangisidir? " diye sorulunca:
"Şu anda Benim ve ashabımın üzerinde bulunmuş olduğumuz itikad, amel ve ahlaktır." diye cevap verdi. Başka bir zamanda aynı soruya: "Siz ashabca bilinen ve tanınan cemaattir. Siz ashabca bilinen ve tanınan cemaattir=toplumdur. " diye buyurdu.
"Basîret" = بصيرة ise, doğru itikad, şer'i şerîfe ve Din-i Mübîn -i İslamiyye'ye uygun amel ve ahlaktan kaynaklanan ve ortaya çıkan, hak ile bâtıl arasını ayırd edici his ve duygudur, diğer ifadeyle kalbe gelen hak ilham ve idraktir=seziştir, Türkçesi "kalb gözü"dür, buna "Rahmânî meleke"de denilir. Bu hususta "Şuur" ve "Mü'minin İstikameti Velînin Kerâmetidir"adlı eserlerimize bakınız. (43/s.54-55)
Bed'u-l-Emâlî Şerhi 9
وَمَا اِنْ جَوْهـَرٌ رَبِّى وجِسْمٌ*وَلاَ كُلُّ وَبَعْضٌ ذُو
اشْتِمَالِ
Değildir Hakk Teâlâ cevher-u cisim
Ki olmaz Hazreti'ne cüz'ü kül isim
Münezzehdir Cenâb-ı Rabb-i Hallâk
Ki cism-u cevher olmaz A'na ıtlâk
وَمَا اِنْ جَوْهـَرٌ رَبِّى وجِسْمٌ*وَلاَ كُلُّ وَبَعْضٌ ذُو اشْتِمَالِ
Tercemesi: Rabb'imiz Teâlâ cevher, cisim, küll, ba'z, yani cüz, zarf veyahud zarfa sığan mazruf değildir; O Zât'ın Hazreti, bu gibi deyimlerden münezzehdir, zira Yaratıcı'dır, yaşatıcı, kemâle erdiricidir; Rabb ve Yaratıcı olunca, ne manada olursa olsun O'na cevher denilemez.
Hâsılı Rabb'imiz Teâlâ, "neden", "nerede", "nasıl", "ne kadar" sorularına cevab olmadığından cevher = madde ve ondan terkiblenen cisimle vasıflanmaz. (43/s.56)