Ru'yetullah
Her üç itibarla Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin tabiriyle:
……………… “Kadim olan Allah Teala’nın vasıfları Musa aleyhisselam’a tecelli olunca, artık Musa aleyhisselam’ın beşeriyetini=maddi olan kanunların sebeblerini yakıverdi” de Rasul-u Muhterem sallalllahu aleyhi ve sellem miracda Rabb’inin Zatı’nı görmekle şerefyab olduğu gibi, Musa aleyhisselam, beşeriyetiyle değil nübüvvet ve risalet makamıyla, hem basireti ve beşeri gözüyle, hem de akıl, kalb ve ruhun müşahadesiyle Zat-ı Akdes Teala Hazretleri’nin Zatı’nı gördü. Ancak maddi gözle ve beşeri olarak Allah Teala’nın nurlarının müşahedesi evliyaya nasib olmamıştır; evliyanın müşahedeleri sadece basiretledir, yani ruhanidir, şuuridir.
Ümmetin ittifakıyla maddi şuur içerisinde “Rabb’imi gördüm” diyen kafirdir. Halık ve mahlukun sıfatlarını karıştıran da kafirdir. Mesela “Ben O’yum; O da ben” diyen kafir olur.
Evliyanın müşahedesi ruhi ve kalbi olduğu münasebetiyle, vasıl oldukları nurların ötesinde Rabb Teala Hazretleri’ni inanırlar. Bu makam aklın ötesi olduğu için akılla değil, leşif ve şuhudla bilinir. Gerçek Mü’min, vasıl oldukça kendini uzak bilir ve Rabb’ini tenzih eder. Havsalası dar olanlar ise tavuk meşrebli olur, yani bir yumurtayı görür, cevher zannader. Vasıl-ı İllallah olan Arifler ise, ma’rifet cevherini buldukları halde kendilerinden hiçbir ses seda çıkmaz. (20/s.60-61)
Evet, Allah Teala’nın Zat-ı Şerifi’nin hakikatinin bilinmesi, hiçbir mahluka müesser değildir. Amma vasıl olanlar, enbiya ve rasuller makamlarına göre, evliya ise kabiliyetlerine göre, Allah Teala’nın nurlarını müşahede etmişlerdir. Bunca evliyayı ve bu hususta yazılan eserlerini inkar etmek, batıl itikadlara hamletmek, nefsani arzularla tevil etmek, korkunç tehlike olduğu gibi, cahil mutasavvufların şatahatlarını abuk subuk sözlerini dile almak da o kadar korkunç delalet olur. Mahcub ve mahrum olanlar, bunu idrak etmekten acizdirler.(20/s.61-62)
Hiçbir kimse Zat-ı Şerifi’nin hakikatine muttali olamaz; Sıfatı’nın nurları yahud zikredilen isminin nurları yahud Zatı’na hicab etmiş olduğu nurlar müşahade edilir. Bazı Mü’minlere bu nurların müşahedesi dünyada da nasib olur. Ahirette ise bütün Mü’minlere nasibdir.
Bu müşahede dahi hayal, akıl ve maddi duygularla değil, kalb, ruh ve sırların saflaşmasıyla müşahede edilir. (20/s.63)