Kudsî hadîs-i şerîfte:قَال اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ اِنَّنِى اَنَا اللّٰهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اَنَا فَاعْبُدُونِى مَنْ جَائَنِى مِنْكُمْ بِشَهَادَةِ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ بِالاِخْلاَصِ دَخَلَ فِى حِصْنِى وَمَنْ دَخَلَ فِى حِصْنِى اَمِنَ مِنْ عَذَابِى
H.34: “Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:
Gerçekte Ben Benim: İsmim Allah'tır: Ben'den başka azabından korkulan, zâtıyla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan hiçbir ma'bûd = tapınılan yoktur.
Ben'i Birleyip İsim ve Sıfatım'la tanıyın, ihlas üzere Ban'a ibadet edin:
Yukarıdaki beş şartın itibarıyla Sizden kim, sadakat ve ihlasla “Allah'tan başka azabından korkulan, zâtıyla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan hiçbir ma'bûd = tapınılan yoktur.” demek şehadetiyle Ban'a gelirse, Ben'im kal'ama girmiştir; kim de kal'ama girmiş olursa, ebedî azabımdan emin olur.” yani güven almış demektir.
Bu kudsî hadîs-i şerîfte:اِنَّنِى اَنَا اللّٰهُ “Gerçekte Ben Benim: İsmim Allah'tır.” buyurmasıyla Allah Teâlâ Rubûbiyet sıfatlarını Zât-ı Şerîfi'ne tahsis etmiş, Kendisi'ni Birleyerek İsim ve Sıfatı'yla Zâtı'nın tanınmasını emretmiş; ve Rubûbiyet sıfatlarından birini kendisine yahud Allah Teâlâ'dan başkasına isnad eden tâğutu, fir'avn ve tâbi'lerini reddetmiştir. Bu sûretle inanmak gerekir.
فَاعْبُدُونِى “ihlas üzere Ban'a ibadet edin.” buyurmasıyla da Allah Teâlâ, hakîkî fâil olması sebebiyle Kendisi'nin Rabb olması, abdinin yani kulunun da kulluk yapması gerektiğini bildirmiştir.
Bu sebeble abdin yani kulun kulluk yapmasını yani Rabb'inin emriyle düşüp kalkmasını ve namaz, oruç, hac, zekat, kurban boğazlamak gibi ibadetlerini de Zât-ı Şerîfi'ne tahsis etmesini emretmiştir.
Bu kudsî hadîs-i şerîfte yer alan:وَمَنْ دَخَلَ فِى حِصْنِى اَمِنَ مِنْ عَذَابِى “Kim de kal'ama girmiş olursa, ebedî azabımdan emin olur.” cümlesinin hükmünce müjde almanın, Tevhîd kal'asına girmenin, iman, zikir ve ibadetin kabulünün birinci şartı ihlas; ikincisi ise, bunların keyfiyet olarak da nefsin heva ve hevesine, istek ve arzusuna göre değil, bilakis Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'in getirdiği dîninin, diğer ifadeyle şer'i şerîfin emrine tıpatıb muvâfık olmasıdır.