بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Diri bir mürşide intisabın şartları ve usulü

Tarikatın başlangıcı ve kamil mürşide intisab etmenin usulü temel olan edeblere bağlıdır.
Mevlana Halid-i Bağdadi’nin meşrebine göre aşağıdaki edeb ve usullere riayet etmeyen, Sıddık-ı Ekber’in tarikatinden sayılmaz. Gavs-ı Hizani’de Pir-i Tahi’ye bu usullere riayet etmesini emretmiştir.
……………………………………………………………………….
Başlangıçtaki adab aşağıda beyan olunmaktadır.
1-Başlangıçta taharettir, yani tevbe niyeti ile abdest almasıdır, zira abdest mü’minin silahıdır.
Biatin akabinde derhal intisab eden tevbe niyeti ile abdest alır. Yani abdestli iken bile tevbe niyeti ile abdest alır demektir. Abdest almak esnasında tevbeyi niyet eder demek değil, maksad abdest alırken normal aldığı abdestte tevbeyi de kalbinde hazır bulundurmaktır. Birinci kere yıkamakta “Niyet ettim abdestsizliği kaldırmaya” yahud “Namazı kendime helal etmeye niyet ettim” der; ikinci, üçüncü yıkanmak esnasında “Estağfirullah” demekle kalben de “Ya Rabbi ben azalarımı kirden yıkıyorum Sen nefsimi ve azalarımı günahlardan temizle” diye yalvarır:
 "Arapçası yazılacak…………………"
“Ya Rabb’i nefsime (günahlardan korunmak emrleri yerine getirmekten ibaret) takvasını ver ve onu (emrine muhalif tüm arzulardan) temizle, çünkü muhakkak Sen temizleyicilerin en hayrlısısın” diye dua eder ve diğer her bir azaya mahsus olan dualarını da yapar.
Şeyh Ahmed Gazali kuddise sirrah-ul-ali şöyle buyurur: Tevbe anında abdest diğer zamanlardaki abdest gibi günahları yıkar. Şu halde tevbe anında mürid azalarını maddi kirlerden yıkadığı gibi, kalb ve dimağını da nefs ve şeytanın ilkaatından temizlemesini niyaz eder. Böylece gusül yapar.

2- Tevbe niyeti ile gusletmek. Aynı abdestte olan yalvarışı gusülde de tekrarlar.
Ma’sum-u Rabbani kudduse sirruhuma-l-aline şöyle buyurur: İnsan hangi aza ile hangi günah işlediğini bilip durur, gusül ve tevbe abdestinde mürid yalvarır:
“Ya Rabb’i, ben  zahiri azalarımı kirden yıkadım. Sen de azalarımın batınını günahtan yıka.”
Fakat bu yalvarış birinci veya ikinci azanın yıkanmasından sonra yapılır. Nitekim Şafi mezhebine göre mücerred tevbeyi niyet etmek birinci ve ikinci yıkanmasında olursa abdest ve guslü bozar.
Elbisesini giyerken de: Ya Rabb’i, ben zahiri avretimi örttüğüm gibi Sen de batıni avretimi setretmekle günahlarımı mağfiretinle gizle” diye yalvarır.
Müntesib bunu yapmakla Cenab-ı Hakk’a var gücü ile yönelir. Rabb’im tevbe ile beni afuv etmiştir diye hüsn-ü zan eder.
Arapçası yazılacak …………..
Ben kulumun zannı yanındayım ve Ben onun (zannıy)la onu mükafatlandırırım” mealindeki hadise binaen müntesib Rabb’ine hüsn-ü zan eder. Rabb’im Teala beni afuv etti diye O’na mukabil teşekkür olarak iki rekat namaz kılar.

3- İki rekat namaz kılmaktır. Tevbe, istihare, teşekkür namazı diye niyet edilir. Bu namazda birinci rekatında el-Kafirun, ikinci rekatta İhlas suresini okumak müstehabtır, güzeldir. Her namazda tadil-i erkan huşu’ şart olduğu gibi bunda da huzur-u kalb şarttır. Bazı meşayıh intisab biatinden evvel bu üç usulü emretmiştir. Pir-i Tahi’nin mensubları bu üç adabın dahi biatten sonra olmasını tavsiye etmiştir. Artık meşrebin şeyhi kendi müşahede ve görüşüne göre usulleri sıralar; bu hususta bir kınama yoktur.

4- Biat etmek esnasında cümle günahları göz önüne getirmekle dil ile ruhen  ve kalben
“Ya Rabb’i, yaptığım bütün günahlardan pişmanım, keşke yapmasaydım, İnşaallah bir daha yapmayacağım”
diye şeyhinin elinde taahhüd eder. Ve tekrar bir daha günahlara dönmemeyi azimler. Bazı Sıddıkiye meşayıhı bu keyfiyeti yalnız estağfirullah demekle yaptırırlar.  
ŞâzeIi meşâyıhı kendilerince malum olan Tevhid ve Lafza-i Celal'i tekrarlamakla beyan ederler. Kâdiri ve diğer meşreblerde olanlar bu keyfiyeti başka suretlerde yaparlar. Hepsi de haktır.
Müntesib, musafaha ile biat esnasında elinde tevbe ettigi şeyhi kendine rehber ve mürşid olarak kabul eder, yani dil ile ikrar eder.
Meşâyih tevazu ederek şeyhlerinin ismini söylerler ise de müntesib seni ve onu kendime şeyh kabul ettim diye itiraf eder.
Sonra tevbenin ne olduğunu ögrenir, namaz kazalarını döndürür, hukuku sahibine verir, yahud da heIalleşir. Tevbede bu iki temele riayet etmeyen nasuh tevbesine muvaffak olmaz.
Bir de yanık bir kalble şeyhinin elinde tevbe esnasında, şeyhini kendine vesile kılar, şeyhimin himmetiyle şübhesiz Rabb'ime kavuşur, tevbe kapısına muvaffak olurum, diye inanır.
Müntesib bu inançta ne kadar sadık ise o kadar erken nasuh tevbesine muvaffak olur. Şu ayet-i kerimenin emrini yerine getirdiğinden dolayı da Allah  Teâlâ  hayrı  ilham eden meleği kalbine gönderir. Meleğin ilhami sayesinde mürid kemâlati elde etmeye muvaffak olur ve şeytanın vesvesesinden kurtulur.
“Ey  iman  edenler,   Allah'tan   korkun   ve   O’na   (kavuşmak  izin)   vesile taleb edin.” Yani, tevbeden maksad, imanın hakikatinden ibaret olan takvâya muvaffak olabilmek için, vesileyi taleb edin. İnsanı takvaya muvaffak edebilecek herşey vesiledir. Kamil insanın emrine girmek vesilelere dahildir. Maksadın hükmü ne ise vesilesine de aynı hüküm verilir. Usul kaidesine göre tevbeden maksad takvâdir, irşaddır. İkisinin vesilesi de mürşiddir. Binaenaleyh bu ayetle vesile taleb etmek şiâr-i lslâmiyyeden Kur’an emridir. Mürid bu emri yerine getirmekle Peygamber'i imanda, mürşidi amelinde vesile kılar.
Müntesib sonra ciddi bir tevbe ettiğinden dolayı "Peygamber'in şefaatiyle imanım, mürşidin himmetiyle amelim tashih olunmuş, günahlarım da afuv olmuştur.“ diye hüsn-ü zan eder.
……………………………………
“Cidden günahtan tevbe eden,  günahsız  kimse  gibidir.” 
Sanki  o günahı işlememiştir. Müntesib iki şekilde tevbe eder: Birinci tevbe kendisi ile Allah Teâlâ arasında kalan tevbesidir. İkinci tevbesi de kendisi ile mürşidi arasında olan tevbedir.
Kutb-u Hakkâni Şeyh Ahmed Gümüşhanevi şöyle buyurur: «Müntesib birinci tevbe ile, yapmış olduğu günahlarından sakınır. İkinci tevbe ile de münkir ve fasıkların meclisinden çekinir. Çünkü şeyhin elinde tevbe eden müntesib, şeyhinin himmeti  onda tesir ettiği mikdarca günahlardan sakınır. Himmetinin tesiri bazan muvakkat olur, bazan da ebedi olur. Muvakkat olduğu takdirde mesela üç gün,  üç ay bittikten sonra münkirlerden sakınmayan ve fasıklarla hemsohbet olan tekrar eski haline döner, kalbi tamamen temizlenmez olur. Fakat münkir ve fâsıkları terk eden şeyhinin himmetine yardımcı olduğu gibi, şeyhin himmeti de ayrıca ona muhafazakâr olur.
Ayrıca yirmi beşten, yetmiş beşe kadar, Nakşibendiye ve Şazeliye göre yüz bir kere, diğer tarikatlere göre biat esnasında veyahud sonrasında “estağfirullah” söylemek biatin doğru olmasına vesile olur. Bu istiğfar kalbin yüzünü lekelendirmiş pası siler
Seyyidimiz Sultan-ul-cazibin ilk biatte şöyle telkinde bulundular: Günahlar kalbi karartır, kalb de günah nisbetinde lekelerden siyahlaşır, tevbe ile lekeler silinir fakat izi kalır, insanın kalbi tıbkı bakıra benzer. Kalaycı bakır kabı evvela kumla temizler, eğer kap temizlendikten sonra bir de kalaylanmaz ise kısa bir zamanda tekrar eski haline dönüverir. Tevbe de kalbi günah lekelerinden siler, lakin parlatmaz. Eğer tevbenin akabinde istiğfar ve zikir olursa cilalanmış olur, parlar. Artık kalaydan sonra kap kullanmaya yararlı olduğu gibi tevbe ve istiğfardan sonra kalbi zikirle kullanmak kolay olur. Kalb ve ruh zikirden başkasıyla tatmin olunamaz.
Tevbenin dördüncü şartında titiz davranan müntesibin kalbi zikretmeye muvaffak olur. Muvaffak olduğu andan itibaren de günahların acılığını ve ibadetin tatlılığını tadar.

 5, 6-Dördüncü edebden anlaşılan hüsn-ü zan ile birlikte sadatların ruhaniyetlerinin himmetinin hazır olmasına inanmaktır. Fakat ruhaniyetlerin hazır olması ayrı, o ruhânilerden feyz almak da ayrı bir şeydir.
Her ne kadar müntesibin kalbi temizlendi ise de
ruhanilerden feyz alma kabiliyetini elde etmek için ruhanilere Kur’an-ı Hakim’den bir Fatiha ve üç İhlas okumasıdır.
Bununla feyz alırım diye inanmaktır. Okuduğu Fatiha ve İhlâs-ı Şerifeler’in sevabını enbiyânın ruhu olan Hazret-i Nebi-i Muhterem’e, âl ve ashabına, sonra tarikat imamları olan Bâz-ı Geylâni, Şah-ı Nakşibend, İmam Rabbâni, Eba Hasan Şazeli, yani kendisi intisab ettigi meşreb imamı ile onun arasındaki olan Şeyhlere sevabı bağışlar... 
..................................................................................

7-Feyz alması için mürid ölüm rabıtasına ve şeyhinin rabıtasına dönmekle, ………………………….“ Hesaba çekilmeden   evvel  kendinizi  hesaba   çekin.  Gerçek  şu   ki   bu, hesaba çekilmenizden   daha  kolaydır.”  mealindeki  hadisle  amel  etmeye başlar.
Şimdi bir zat bizimle gönül birliği  yapmak   istediği  takdirde   yedi Fatiha yerine, bir Fatiha üç İhlas-ı Şerife’yi Şeyh Abdulkâdir Geylâni, Şah-ı Nâkşibend, İmam-ı Rabbâni, Şeyh Abdulğafur el-Abbasi el-Medeni ve Şeyh Abdulhak el-Abbasi el-Medeni’nin ruhuna  ve  tüm silsilenin  meşayıhına bağışlar.
Sonra “Ya Şeyh Şeyh Abdulkâdir Geylâni, ya İmam-ı Rabbâni, ya Şeyh Abdulğafur, ya Şeyh Abdulhak! Ne olur bizi de yanınıza alın, evladlığa kabul edin.” diye tek tek yalvarır. Bundan sonra tek bir Fatiha’yı  Şeyh  Abdulğafur’un  halifelerinden  hangisine bağlı ise bağlı olduğu şeyhin ruhuna bağışlar  ve  ayrıca  ondan  da kabul olunmasını istirhamda bulunur.

8-Şeyhinin rabıtasını yapar. Sonra bu amelin hepsini tevbe ettiği gecede yaptıktan sonra, sağ yani üstü yatar. Sabahın güneşi doğuncaya kadar da konuşmaz.
Bu, sekiz adab diye tarif olunur. Feyz almanın imkanı Fatiha ve rabıtaya bağlıdır. Bu vazife her yirmi dört saatte bir kere yapılır, ancak gusül yalnız biat tazelendiği gecelerde yapılır.
Kesin inanç üzere teslim, ihlas ve muhabbet gibi faydalı hiçbir şey yoktur. Feyz ve nisbet şeyhin kemalatı nisbetinde gelmez, bilakis müridin teslim, ihlas ve yakıni üzere gelir. Mürid kesin inanç ve samimiyetinden faydalanır. Bunun için hadis-i şerifte:

“Ancak Ben ümmetimin  hakkında  yakinlerinin  zayıflığından  korkarım.” ; diğer bir hadis-i şerifte:
“Eğer kardeşim İsâ, üzerinde bulunmuş olduğu yakinden  daha güzel bir yakine sahib  olsaydı,  havada  yürür  ve  suyun  üzerinde namaz kılacaktı.” buyrulmuştur. Binaenaleyh mesela Şeyh Abdulkâdir Geylani'nin bunca keramet göstermesi, yakininin sağlam olmasındandır. Onun için bunca kemalata ermiştir. Binaenaleyh intisab eden salik, kesin olarak kemalatın şeyhinden kendisine geldiğine inandığı nisbette yükselir ve inancının zayıfliği nisbetinde de düşer, yuvarlanır. Allah Teâlâ bundan korusun. Şeyh Ebu Abdullah el-Entaki diyor ki: «Yakinin en azı kalbe ulaştığı vakitte kalbe nuru doldurur, bütün şübheleri nefyeder. Bu sayeden kalb hem şükredici olur, hem de Allah'tan korkar. Hadis-i şerifte:
“Allah Azze ve Celle'yi gazaba getirmekle bir  kimsenin  rızasını  kazanmaya  çalışma. Allah Teâlâ'nın bir kimseye  verdiği  nimetinin  fazlasıyla  onu  övme. Allah Teâlâ'nın sana  bildirmediği  bir  şey  üzere  hiçbir  kimseyi  kınama = zemmetme. Çünkü muhakkak Allah Teâlâ’nın nimetini hiçbir hırslının hırsı sana  sevk  edemez.  Ve  istemeyenin  isteksizliği  senden onu çeviremez. Hakikaten Allah Teâlâ hüküm ve adaletiyle rahatlığı huzuru,  rıza  ve  yakinde  yaratmıştır;  üzüntüyü  kederlenmeyi de, öfkelenmek ve şübheye düşmekte yaratmıştır.”  buyrulmuştur.
Rıza: Allah Azze ve Celle‘nin takdirini aleyhte olsun lehte olsun hoşlukla karşılamak;
yakin ise: nimet olsun nikmet olsun, izzet olsun zillet olsun, Allah Teala'dan başkasıyla meydana gelmeyeceğine inanmaktır.» Binaenaleyh mürid intisab etmesiyle feyz-i İlahiyye’nin şeyhi vasıtasıyla kendisine geldiğine inanarak ona sevgi besler ve ona ihlas üzere teslim olursa, muhakkak Allah Azze ve Celle kendisine rahatlığı, huzuru yaratır. İşte bu huzuru tahsil etmek için her an içerisinde kul ölümü hatırlamalıdır.

Arapçası yazılacak………………………..

Allah 'a  öyle  ibadet  et  ki  sanki  sen  O'nu  görüyorsun.  Ve  kendini ölülerle beraber say.  Mazlumun  beddualarından  sakın.  Çünkü mazlumun duaları müstecabdır.” buyrulmuştur.  Burada  müntesib  kendinin ölüm yatağında olduğunu şöyle tasavvur eder:

«İşte ben  sekerattayım; Azrail  gelmiş  can  almaya,  şeytan  da iman  almak  için hazırlanmış, kesinlikle şeyhimin ruhaniyeti imanımın kurtulması için hazir olmuştur. Ruh ve beden birbirinden ayrılıyor. Şeytan idrarını koymuş olduğu bardağı bana göstermekle anam, babam şeklinde kendini gösterip aldatmak için gayret gösterir. Benim şeyhim başımda oturmuş olduğu için Allah'ın izniyle şeytan muvaffak olamadı. Elhamdu Lillah, şeyhimin himmeti sayesinde kelime-i Tevhidle öldüm. -Ve burada şahadet kelimesini getirir.-

İşte beni soydular, teneşire götürdüler, yıkayıcı imam benim bedenimi yıkadı ve kefenle örttü. Biiznillah, şeyhimin himmeti ile Allah Teâlâ da tevbe suyu ile ruhumu yıkamış; şeyhimin himmetiyle kefenlenmiş. Cemaat beni namazgâha götürdü. İşte cenaze namazımı kıldılar; hepsine yalvarıyorum: Beni helal edin, bana dua edin. Cemaat beni götürdüler, kabir çukuruna koydular ve döndüler. Şimdi mal ve evlad dünyada kaldı, ehil ve iyal benden ayrıldılar; ben kaldım, amelim kaldı; salih amelden başka beni kurtaracak yoktur. Melekler soruya geldiler. “Rabb'in kim? Peygamber'in kim? İmamın ne? Kıblen ne?” Sorarlar.

Şeytan karşıda elini göğsüne vurup beni aldatmak için gayret gösterir.

Şeyhim orada da himmete hazır, bana dua eder, onun yardımı ile “Amentu"yu okumakla cevabımı veriyorum.» Ölüm rabıtasına başladığı andan itibaren buraya kadar ayrıca iki kaşları arasında hayalı bir göz yapar. O gözden kemâl-i dikkatle mürşidinin tarn iki gözü arasına ve alnına bakar.

Hace-i Ahrar'ın tarifi bu keyfiyetle olmuştur. Gavsımız da bazan böyle bazan da "Kalb gözüyle kemâl-i itina ile mürşidinin iki kaş arasına bakar. Allah'ın feyzinin mürşidin iki kaşi arasından su şeklinde kalbe gelişini tasavvur eder; kalbin üst kenarından bir delik aştığını düşünür. Müntesib, bu feyz-i İlahiyye kalbime geldiği için kalbim zikretmeye layık olur, diye hüsn-ü zanda bulunur. Bu rabıta her zaman yapılır. İkindi  ve akşam namazından sonra devamlı, ramazan ayında ise akşam namazı yerine öğle namazının akabinde yapılır.” diye Efendimiz bize bu şekilde tarif ettiler.

Gavs kaddesallâhu esrârah-ul-aziz ilk biatin  akabinde  bu  adabı bize öğretirken nefsimin tesirinde kaldım, “Kâmil şeyhin alâmeti nedir?” diye sordum. O da Şöyle buyurdu: «Kâmil şeyhin alâmeti; bir müridi İstanbul’da, bir müridi Tatvan'da, bir müridi İsfahan'da ve ayni anda sekeratta olsalar, üçünün başında hazır olmasıdır. Aksi takdirde şeyhliği terk etsin, Kokçero gibi milleti soysun; daha az günah kazanır.»

Netice-i meram şeyhin müridinin imanının kurtulmasına ve şeytanı ondan kovmasına muktedir olduğuna kesin inançla inanan bir kimse, yakini = kesin inancı zayıflamadığı müddetçe maksadına er geç kavuşur. Onun için huzuru tahsil edinceye kadar müntesib her boş vakitlerinde yukarıdaki keyfiyetle çalışmasını bırakmamalıdır. Bu çalışmakla beraber kemaliyle şeyhine ve mürebbisine teslim olmalıdır. Samimiyetle sevgi beslemelidir. (5/s.67-75)