بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Ma'bud'un Sevilmesinin Şartı Peygamberi'ne Uymaktır


MA'BÛD'UN SEVİLMESİNİN ŞARTI PEYGAMBERİ'NE UYMAKTIR
Bir hükümdarın, kendini tanıtıp hükmünü icra etmesi için evvela bir memlekete kendisini tanıtacak, hükmünü, istek ve arzularını bildirecek bir mümessili göndermesinden fevkalâde daha âlî, Allah Subhânehu ve Teâlâ da, Zât-ı Şerîfi'       ni isim ve sıfatlarıyla tanıtması, hükmünü, emr ve yasaklarını mahlukuna bildirmesi, dünyanın imtihan diyarı olduğunu, ölümle başlayan gerçek hayatın ahiret âlemi olduğunu bildirmesi, Mü'min ve Müslüman olması şartıyla dünyadaki hayrlı iş yapanların cennette mükafat olarak karşılığını; küfür şirk sebebiyle kötü iş yapanların cehennemde azab olarak cezalarını bulacaklarını, günah işleyen, afuv ve şefaate uğramayan Mü'minlerin cehennemde muvakkat azab göreceklerini talim etmek üzere, insan olarak Âdem aleyhisselâm'ı yarattığı günden itibaren Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'in zamanına kadar zaman zaman peygamberleri göndermiştir.
            Ayet-i kerîmede:مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ اَشِدَّاءُ عَلَى الكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيَنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِى وُجُوهِهِم مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ

“Muhammed, Allah'ın Rasûlüdür.
Beraberinde olan zevatlar, dinlerine şiddetle bağlı, kafirlere karşı son derece metanetli ve serttirler;
kendi aralarında ise, birbirlerine son derece lütuf ve şefkat etmektedirler:
Onların tek vücud halinde rükû' ve secdede olduklarını, Allah Teâlâ'dan fazl-u keremini, rızasını taleb ettiklerini bulup görürsün.
İman ve İslamın belirtisi = secdenin eseri yüzlerinde görülmektedir.”
buyurduğu üzere
Allah Teâlâ Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'i ve ashabını mukaddes kitablarında,
   a-Düşmanlarına karşı son derece metanetli, şecaatli,
   b-Bir tek vücud olacak derecede kendi aralarında son derece merhametli olmaları,
  c-Birlikte cemaatle namaz kılmaları ve yine birlikte cihad etmeleri = her türlü İslâmî hizmetlerde çalışmaları,
  d-Alınlarında rukû' ve secdenin yani fiilî imanın belirtisiyle vasıflayıp tanıtmıştır.

            اِنَّ الاَمَانَةَ نَزَلَتْ فِى جِذْرِ قُلُوبِ الرِّجَالِ ثُمَّ عَلِمُوا مِنَ
القُرْاٰنِ ثُمَّ عَلِمُوا مِنَ السُّنَّةِ

“Gerçekte emanet önce insanların kalblerinin derinliğine iner, sonra inen Kur'an'dan öğrenirler, sonra sünnetten helal haram hükümlerini öğrenirler.”

diye hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere, bir taraftan Muhammed sal­lallâhu aleyhi ve sellem'i tayin edip göndermeden önce Allah Subhânehu ve Teâlâ'nın, Tev­hîde inanmayı ve gelecek son Peygamber'i arayıp Ona tâbi' olmak arzusunu emanet olarak insanların kalblerinin derin merkezlerine yerleştirmesi sebebiyle, Peygamber'i arayarak Onun dînine tâbi' olmayı arzulayan insanlar, haliyle Peygamber'e teslim oldular;

 Diğer taraftan ümmî olmasına rağmen Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ Cânibi'nden kendisine Cibrîl vasıtasıyla inen  Kur'ân-ı Hakîm'le, Tevrat ve İncil'de yer alan hükümleri Ehli Kitaba nakledip açıklayınca, Ehli Kitabdan insaflılar da haliyle Peygamber'e teslim oldular;

Her iki zümrenin kalbleri birleşti; canlarıyla, mallarıyla kendilerini Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'e ve İslam Dînine feda ettiler. Binnetice
         
اِذَا اَرَادَ اللّٰهُ بِرَجُلٍ مِنْ اُمَّتِى خَيْرًا اَلْقَى حُبَّ اَصْحَابِى فِى قَلْبِهِ

“Allah Teâlâ ümmetimden bir adam hakkında hayrı murad ederse, ashabımın sevgisini kalbine atar = sokar.” diye hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:

a-Kimisi buraya kimisi oraya çekiştirdikleri bir zamanda Ehli Kitabın, kitablarının hükümlerinin doğrusunu Peygamber'den öğrenmeleri,

b-Ehli Kitab olmayan müşriklerin kalblerine Allah Teâlâ'nın, dîninin kabul olunması emanetini indirip yerleştirmesi,

 c-Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in de, Allah Teâlâ'nın kendisine indirdiği Kur'ân'ın hükümlerini yani iman, islam ve ihsanı kuşatan İslam Dînini yirmi üç senede ashabının kalb­lerine nakşetmesi, bedenen de tatbik etmesi sebebiyle İslam Dînini kabul eden ashab, üstünlük şerefini kazandılar; doğrusu son Peygamber'in ümmeti olmalarıyla insanlığa yakışan her türlü şerefi aldılar.

            اِنَّ اللّٰهَ تَعَالَى اخْتَارَ اَصْحَابِى عَلَى جَمِيعِ العَالَمِينَ سِوَى
النَّبِيِّينَ وَالمُرْسَلِينَ وَاخْتَارَ لِى مِنْ اَصْحَابِى اَرْبَعَةً اَبَا بَكْرٍ وَعُمَرَ وَعُثْمَانَ وَعَلِيّاً فَجَعَلَهُمْ خَيْرَ اَصْحَابِى وَفِى كُلِّ اَصْحَابِى خَيْرٌ وَاخْتَارَ اُمَّتِى عَلَى سَائِرِ الاُمَمِ وَاخْتَارَ مِنْ اُمَّتِى اَرْبَعَةَ قُرُونِ بَعْدَ اَصْحَابِى الْقَرْنُ الاَوَّلُ وَالثَّانِى وَالثَّالِثُ تَتْرَى والرَّابِعُ فَرَادِى

“Gerçekte Allah Teâlâ Nebî ve ra­suller müstesna olmak üzere ashabımı bütün âlemden daha şerefli, seçkin kılmıştır.
Özellikle ashabımdan Ebû Bekr'i, Ömer'i, Osman'ı ve Ali'yi Benim için seçmiş ve sair ashabımdan daha hayrlı kılmıştır.
Ve ashabımın hepsinde hayr vardır.
Allah Ümmetimi sâir ümmetlerden daha şerefli, seçkin kılmıştır; ashabımdan sonra ümmetimden dört asır insanları daha şerefli, seçkin kılmıştır:
Birinci, ikinci, üçüncü asırlarda cemaat olarak birbirine uyan şerefli, seçkin kılmış; dördüncü asırda ise ferd ferd şerefli, seçkin kılmıştır.”
buyurmasıyla Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, ashabının ulaştığı şerefi bildirdi; ve Allah Teâlâ'nın, bir insanın hakkında hayrı mu­rad etmesinin alâmeti olarak, ashabının sevilmesini onun kalbine yerleştireceğini açıkladı.
            لاَ تَسُبُّوا اَصْحَابِى فَلَوْ اَنَّ اَحَدَكُمْ اَنْفَقَ مِثْلَ اُحُدٍ ذَهَبًا مَا
بَلَغَ مُدَّ اَحَدِهِمْ وَلاَ نَصِيفَهُ

“Ashabıma sövmeyin. Şayed sizden biriniz Uhud kadar altın dağıtsa dahi, onların Allah yolunda dağıtmış oldukları bir avuçlarına, hatta yarım avuçlarına ulaşamaz.” buyurmasıyla da ashabın eleştirilmesini, haklarında kötülüğün düşünülmesini yasakladı.

 Ashabdan olmayan hiçbir kimsenin, şerefli ashabı eleştirmeye hakkı yoktur. Zira

وَالسَّابِقُونَ الاَوَّلُونَ مِنَ المُهَاجِرِينَ وَالاَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِى تَحْتَهَا الاَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا اَبَدًا ذَالِكَ الفَوْزُ العَظِيمُ

Dinde “Öncelik derecesini kazanan Muhâcir ve Ensar ile onlara iyilik yapmakla tâbi' olanlar yok mu; işte Allah onlardan razı olmuştur; onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Bunlara –kendileri içinde daimi kalacak olmak üzere– altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu en büyük bahtiyarlıktır.” buyurmasıyla Allah Teâlâ, önce Müslüman olan ashaba her hususta öncelik hakkını vermiştir. Muhâcir ve Ensâra, bir de Dinde kendilerine tâbi' olanlara cenneti va'detmiştir.

Hicrî 192'de vefat eden Humeyd bin Ziyad rahimehullâhu Teâlâ diyor ki: Ben ashab –yani Ali'yle Muâviye radıyallâhu Teâlâ anhumâ– arasında vukû' bulan fitneyi kasdederek Hicrî 116 civarında vefat eden Muhammed bin Ka'b el-Kurezî'den:
 “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in ashabının görüşlerinden bana bahseder misiniz?” diye sordum.
     Bunun üzerine Muhammed bin Ka'b el-Kure­zî bana:
     “Ğaliba sen Kur'ân'ı okumamışsın...
  Allah Teâlâ Kitabı'nda Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in ashabından iyilerine de kötülerine de cenneti va'detmiştir.” Ben:
 “Allah Teâlâ Kitabı'nın neresinde onlara cen­neti va'detmiştir?” diye sordum. Muhammed bin Ka'b:

 “Subhânallah! Senوَالسَّابِقُونَ الاَوَّلُونَ مِنَ المُهَاجِرِينَ وَالاَنْصَارِ “Öncelik derecesini kazanan Muhâcir ve Ensar...” ayetini okumadın mı?
 Görmez misin: Şart koşmaksızın bu ayette Allah Teâlâ Peygamberi'nin, ashabının hepsine cennetini ve razı olmaklığını va'detmiş; fakat onlara tâbi' olan Müslümanların hakkında ise cennete girmeleri için şart koşmuştur.” dedi.
Ben:
    “Ne şart koşmuştur?” dedim; Muhammed bin Ka'b:

 “وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍ “...onlara iyilik yapmakla tâbi' olanlar...” buyurmasıyla onların sadece güzel amaç, iman ve salih amelde ashaba uymalarını; ashabın hatalarından sükût etmelerini şart koşmuştur, değil mi?” dedi.

  Humeyd bin Ziyad diyor ki: “Allah'a andol­sun, öyle deyince o anda ben kendimi, bu ayeti okumamış ve görmemiş gibi hissettim.”
 Muhammed bin Ka'b el-Kurezî'ye: “Allah'ın rahmetinden mahrum olmanın alâmeti nedir?” diye sorulmuş;
 “Başkasının iyiliklerini kötülemek yani görmemek, kendi kötülüklerini güzel görmektir.” cevabını vermiştir.
 Allah Teâlâ'nın sevilmesine, iman ve amelde Nebîsi'ne uymak; iman ve amelde Nebîsi'ne uymaya da, ashabının sevilmesi şart koşulmuştur.
 Bu takdirde bir insan Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'i severse, uyarsa, ashabını da sever, onlara uyar; ashabını severse, ashabın ardınca gidenleri de sever, onlara uyar, demek olur; derken Peygamber'i, ashabını ve ardınca gidenleri sevmeyenleri, eleştirmeye kalkışanları bırakıp terk eder. Aksi takdirde münkirlerinin dinlenilmesi, basîreti hak ve gerçeği görmekten kamaştırır; Din düşmanlarının tuzağına düşürür, şefaatlerinden mahrum kılar.

Asr-ı Saadette bir sürü insanın: “Vallâhi ya Muhammed, gerçekte biz Rabb'imizi severiz.” demeleri üzerine:

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

“Habibim de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, Bana = Peygamber'e uyun ki, Allah da sizi sevmiş olsun ve suçlarınızı örtsün. Hiç şübhesiz Allah çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.”
buyurmasıyla Allah Teâlâ, kulun kendi iradesiyle Allah Teâlâ'yı sevmesinin ve mağfiretini kazanmasının, iman ve amel olarak son Peygamber Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'e ittibâ' = her hususta uymak olduğunu açıklamış: Zâtı'nı sevmekten başka bütün tabiî sevgileri reddetmiştir.

Yani Allah Teâlâ sevilmesine, iman ve amel­de Peygamber'e uymayı, Kur'an hükümlerini kabul etmeyi şart koşmuştur; اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ... “Seviyorsanız...” diye şart cümlesiyle, iman ve amelde Peygamber'e uymayanın, “Allah'ı severim.” demesinin, bâtıl bir iddia olduğunu açıklamıştır. Bu sebeble hadîs-i şerîfte:لَنْ يَسْتَكْمِلَ مُؤْمِنٌ اِيمَانَهُ حَتَّى يَكُونَ هَوَاهُ تَبَعًا لِمَا جِئْتُ بِهِ “Heva ve hevesi = istek ve arzusu, getirmiş olduğum Kur'an ve hadîsin hükümlerine uyuncaya kadar hiçbir Mü'min imanını kemle erdiremez.” buyruldu.

Binaenaleyh iyilik yapmakta, takva yani Allah Teâlâ'yı sevmekte, azabından korkmakta, rahm-u şefkatle tevâzu' kanadını yere germekte, zikir ve ibadetle Rabb'ine zilletini izhar etmekte Muhammed sallallâhu aleyhi ve sel­lem'e ve ardınca giden ashabına uyan, imanını kemle erdirmiş, Rabb'inin sevgisini, rızasını ve mağfiretini kazanmış olur. Nitekim:

قُلْ اَطِيعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لاَ يُحِبُّ الكَافِرِينَ

“Habî­bim de ki: Allah'a ve Allah'ın seçip gönderdiği Peygamber'e itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, şübhesiz ki Allah da o kafirleri sevmez.”

buyrulan ayet-i kerîmede, kulun Allah Teâlâ'yı sevmesinin şartının, Allah ve O'nun Rasûlü'ne itaat olduğu; Allah'ın kulunu sevmemesinin alâmetinin de, küfür olduğu açık ifadeyle bildirilmektedir.

Ensardan bir adamın: “Ya Rasûlallah, Sen bana nefsimden, evladımdan, iyâlimden, malımdan daha sevimlisin; eğer evimden çıkıp senin yanına gelerek yüzünü görmemiş olursam, üzüntüden ölüm derecesine giriyorum.” deyip ağlaması üzerine Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem:

            مَا اَبْكَاكَ “Seni ağlatan nedir?” buyurdu. Adam:

   “Bakıyorum; Sen de öleceksin, biz de öleceğiz; peygamberlerle beraber üstün makamlara yükseleceksiniz; biz cennete girsek bile makamına ulaşamayacağız.” deyip hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etmek halindeyken:

وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُوٜلٰٗئِكَ مَعَ الَّذِينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ اُوٜلٰٗئِكَ رَفِيقًا ذَالِكَ الفَضْلُ مِنَ اللّٰهِ وَكَفَى بِاللّٰهِ عَلِيمًا

“Kim inanması şartıyla Allah ve O'nun Rasûlü'ne boyun eğerse, hiç şübhesiz onlar, Allah'ın kendilerine bol nimet verdiği nebîler, sıddîklar, şehidler ve sa­lihlerle beraber olacaktır. Ve onlar ne güzel arkadaştırlar. İtaatle o üstün zevatlarla beraberlik ne güzel arkadaşlıktır. Allah bilici olarak kâfidir.” buyrulan ayet-i kerîme inmiş; bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
            اَبْشِرْ يَا اَبَا فُلاَنٍ “Müjdelen ey filanın babası! Sevdiğin kimselerle berabersin. buyurmuştur.  Binaenaleyh sevginin en açık şartı ve alâmeti, Peygamber'in getirmiş olduğu Dîni = Şeriati hayatına hâkim kılmaktır.

            Yine bir adam Peygamber'e gelerek:
            “Ya Rasûlallah, gerçekte Allah Teâlâ'dan başka azabından korkulan, zâtıyla yahud nimetiyle sevilen ve Rabb olması sebebiyle tapınılan hiçbir ma'bûd olmadığına, kalbimle tasdik, dilimle ikrar ederek şehadet ederim. Sen'in de Allah'ın Kulu ve Rasûlü olduğuna, kalbimle tasdik, dilimle ikrar ederek şehadet ederim; ihlas üzere yerli yerinde beş vakit namazımı kılarım; Allah'ın farz kıldığı zekatı = malımdan bir cüz'ü fakirlere temlik ederim; ramazan orucumu tutarım; ne buyurursun?” demesi üzerine Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem parmaklarını bitiştirerek:

            مَنْ مَاتَ عَلَى هٰذَا كَانَ مَعَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَادَاءِ يَوْمَ القِيَامَةِ مَا لَمْ يَعُقَّ وَالِدَيْهِ

“Anne babasına karşı gelmediği müddetçe kim bunun üzerine ölürse, kıyamet gününde nebîler, sıddîklar, şehidlerle beraber olacaktır.” buyurdu.

 Faraza önceki peygamberler, zamanına yetişselerdi kendisine uyup şeriatiyle amel edeceklerdi. Binaenaleyh Âl-i imrân Sûresi'nin 31 ve 32'nci ayetleri hükmünce bir kimse:

“Allah'ı severim, yakınıyım.” diye düşünür, iddia ederse bile, son Peygamber Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'in ins ve cinne seçilip gönderilmesine inanıp şehadet edinceye, ashabın talim ve tarif ettiği üzere iman, ahlak ve amelde, Ümmî son Peygamber Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'e uyuncaya kadar Allah Teâlâ'ya aslâ iman etmiş ve O'nu sevmiş değildir.


Şunu iyiden iyiye bilelim: Sevginin kanunu öyle bir kanundur ki, sevilenden başkasında izzeti görmeyi, sevilenden başkasından söz açmayı, sevgilisinin yüzünden ve eserinden başkasına bakmayı, sevgilisinden başkalarını övmeyi engeller.

Âşığın kalbine sevgilisinin sevgisinden başkası girmeyince sevgi öyle bir dereceye gelir ki, seven her şeyi sevgilisinin sûretinde, sevgilisini her şeyin aynasında görmeye başlar; onunla görür, onunla işitir; amacına ulaşır. Amacına ulaştıysa, kalbini sevgilisine bağlaması takdirinde, ecel müstesna hiçbir şey ken­disine mukâvemet edemez. Sevgilisinin dostuyla dost olur; düşmanından, münkirinden nefretle kaçar.
Güzelin güzeli sevdim Sen'i, cayamam ben
Cânâ yoluna girdim,aslâ dönemem ben
Olmayınca benzerin, Sen'i övemem ben
Sen'inle Sen'i överim, ğayrin göremem ben
 
Vücudum mülkün, ğayrin vücudu mu var?
Âlîdir Sen'in Zâtın, başkası olur mu yâr?
Göremeyince Sen'i, gözden inciler akar
Münezzehsin ve Yücesin derim ben
Seven de sevdiren de Sen'sin şübhesiz
Kudretinle gezer, yazar kalemiz biz
Nasılsa nakşın, elbette öyleyiz biz
Elhamdu Lillâh Ahmed'in ümmetiyim ben
Risâletin bildirdin, Tâhâ Yâsîn Sûresi'nde
Arşın ötesini gösterdin Ona Mi'râcı'nda
Nurunla gördü, işitti kudsî huzurunda
Kulum dile Ben'den, dedin: Rabb'inim Ben
Sevmenin şartıdır Peygamber'e uymak
Ta'zîmle Yâsîn'i yüceltmek, zâtını övmek
İslâmın öğrenilmesi, çevreye öğretmek
Hamdolsun, Muhammed'in ümmetiyim ben
Sevgisiyle birleşir cisimlerin maddesi
Muhammed'in nurudur cümlenin mâyesi
Şefaatini kazanmaktır  cümlenin ğayesi
Razı olman için ashabını severim ben
Okuduğum salavatta âlini unutmam
Ashabını övmekte aslâ usanmam
Âdildir cümlesi, canlarıdır İslam
Ayaklarına toz olmaya razıyım ben
Hayatlarına Kur'ân'ı hakem kıldılar
Hadislerle ayetleri  tefsir eylediler
İslamı, ihsanı candan tatbik ettiler
Tarihte benzerleri göremezsin sen
Şefkatle cihadda cihana örnek oldular
Kardeşlik bey'atiyle kurban oldular
İhlas üzre Peyamber'e âşık oldular
Allah'ın razı olduğu ashaba fedayım ben
Hamd-u salat oku, duaya başle
Bedr'in, Uhud'un şehidleri vesile eyle
Arz et ihtiyacın, Yüce Rabb'inden dile
Duana icâbet olunur, inanırım ben
Dört kitabda övülmüş Peygamber'le ümmeti
Bâkî kalacak İslam Dîni, birlikte şeriati
İsmail Tevhîde inan, Kur'ân'a, milleti
Mü'min olamaz ashab-ı kirâmı eleştiren