Süpersicim Teorisi ve Esir
Kâinattaki tüm parçacıkları ve etkileşimleri bir çatı altında toplayacak Her Şeyin Teorisi, Einstein'dan beri tüm fizikçilerin en büyük hayali olmuştur. Maddeyi, vakumu ve evrenin başlangıcını daha iyi anlayabilmemiz, bu problemin çözülmesine bağlı görünüyordu çünkü. Bu dev problemin çözülmesi yolunda en büyük umut vadeden yaklaşımın Süpersicim Teorisi olduğu biliniyor.
Süpersicim Teorisi'ne göre bütün parçacıklar ve kuvvet taşıyıcıları (elektronlar, kuarklar, fotonlar, gravitonlar vs.) Planck uzunluğu 10-33 (on üzeri eksi otuz üç) cm mertebesinde boyutlara sahip sicimlerden oluşmaktadır. Uçları açık veya kapalı (halka şeklinde) olabilen bu sicimlerin farklı titreşim şekilleri, farklı parçacıklara tekabül etmektedir. Bu teorinin en cazip yönü, dört temel kuvveti ve onlarca temel parçacığı basit bir sicimin titreşimleri ve hareketleri cinsinden ifade edebilme kolaylığıdır,
Süpersicim Teorisi'nin en sıra dışı özelliği, sicimlerin titreşim ve salınımlarını ifade edebilmek için tam on boyuta ihtiyaç duyulmasıdır. Bir zaman ve dokuz uzay boyutunda hareket eden bu sicimler, dört boyutlu uzay zamanımızda noktasal parçacıkları ve bu parçacıklar arasındaki etkileşimleri oluşturmaktadır. Gözlemleyebildiğimiz dört boyutun dışında kalan boyutların, kendi üzerine kıvrıldığı ve çok ufak kaldıkları için fark edilmedikleri düşünülmektedir.
Genel İzafiyet Teorisi, çekim alanlarının, uzay zamanın temelini oluşturduğunu ortaya koyduğu için, çekim de dâhil olmak üzere tüm kuvvet alanlarını içine alan sicimler, aynı zamanda "uzay zaman"ı da meydana getirmektedir, Günümüzde hareketleri belli bir uzay zaman çatısı altında yaklaşımlarla formül edilmeye çalışılan sicimlerin gerçek teorisi bulunabilirse, uzay zamanın ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı, dolayısıyla uzayın dokusu, esirin yapı ve mahiyeti hakkında daha doyurucu ve sağlam bilgilere ulaşabileceğiz.
Süpersicim Teorisi sadece esir konusunda değil, kâinatın yaratılışının sırlarıyla da ilgili ip uçları vermektedir. Mevcut fizik teorilerine göre kâinat, "Yalancı Vakum" durumundan "Gerçek Vakum" durumuna bir kuantum sıçramasıyla yaratıldı. Astrofizikçiler, yaptıkları hesaplamalarla, kâinatın toplam enerjisinin yaklaşık olarak sıfır olduğunu gösterirler. Gerçekten de kütle ve hareket enerjilerinden meydana gelen pozitif enerji, çekim gücünün oluşturduğu negatif enerji ile hemen hemen aynı büyüklüğü gösterir. Bu ilginç keşif, muazzam genişlikteki kâinatın "yoktan" var edildiğini gözler önüne serer. Vakumun bahsettiğimiz tanımını hatırlayacak olursak, kâinatın esirdeki bir tür dalgalanma ile başladığını düşündürmektedir.
Gerçekten de Bediüzzaman esirin yaratılışının her şeyden önce gerçekleştiğini ve daha sonra esirden atomaltı taneciklerin (cevahir-i fert) yaratıldığını, Kur'an'ın ilgili ayetinin yorumu olarak ele alır: "Arşı su üzerindeyken..." (Hud, 11/7) ayeti şu madde-i esiriyeye işarettir ki, Cenabı Hakk'ın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Sani'in ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra cevahiri ferde kalb etmiştir.(bk. İşarat-ül İ'caz, Bakara 2/29. ayetin tefsiri). Gerçekten de esir için en güzel benzetme akıcılığı, her yere nüfuz kabiliyeti, canlılığın oluşum ve idamesindeki hayati görevleri ile su maddesi olsa gerek. Öyleyse bizler, ruh ve enerji bedenimizle hayat enerjisini oradan aldığımız esir deryası içinde yüzen, ama deryadan haberi olmayan balık misalindeyiz.
Elmalılı M. Hamdi Yazır "Hak Dini Kur'an Dili" adlı tefsirinde, Hud süresindeki "Arşı da su üstündeydi..." âyetiyle ilgili olarak çeşitli izahları karşılaştırırken, "Bir de bunlar, arşın her şeyi kaplayan bir cisim olması anlamıyla ilgilidir." diyerek dolaylı yoldan esire ve esirin özelliklerine dikkat çekmektedir. (bk. Hud Suresi 7. ayetin tefsiri)
Bediüzzaman ve Esir
Esir kavramının bilim tarihi içerisinde geçirdiği dönüşümler bilimin insanî boyutları hakkında fikir vermekle beraber, zamanla değişen teorilerden bağımsız bir gerçeklik anlayışına ulaşma ihtiyacı da vardır. Dolayısıyla ilahî vahyin doğru anlaşılması ve yorumlanması da önem taşımaktadır.
Bediüzzaman esir ile ilgili açıklamalarında, ulvî âlemde yani fizik ötesi kanunlara göre çalışan metafizik âlemlerin yedi tabakaya ayrıldığını belirtir. Açıklamalarında her tabakanın kendine has kanunları bulunduğunu, böylece yedi farklı uzay-mekânın farklı işleyiş mekanizmaları olduğunu, esirin bu âlemlerin ortamı ve alanı olduğunu ifade eder:
"Madem Âlem-i Ulvide muhtelif teşkilat var, muhtelif vaziyetlerde görünüyor. Öyle ise, o ahkâmların menşeleri olan semavat, muhteliftir. İnsanda, cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hafıza gibi manevî vücutlar var... Elbette, insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismaniyattan başka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ Cennet âlemine kadar her bir âlemin birer seması vardır."
Esirin her bir âlemin dokusunu teşkil etmesi ve yedi âlemin ayrı ayrı hüküm kaidelerine göre yapılanmaya maruz kalması şu ifadelerle belirtilir:
"Esir kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülatta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet, nasıl ki; buhar, su, buz, gibi havaî, maî, camid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de; Madde-i Esiriyye'den dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mani-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olamaz." (bk. Nursi, Lemalar, On İkinci Lem'a)
Bediüzzaman "Gök ve yer ve içindekiler O'nu tesbih eder." ve "...sonra iradesini semaya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti; O her şeyi bilir." (Bakara, 2/29) mealindeki ayeti bu açıdan ele alır. Ayeti tefsir ederken, “Sema, dalgaları karar kılmış bir denizdir.” Tirmizî, Tefsîru Sûre 57/1; Müsned, 2/370) Hadis-i şerifinden de ilhamla, esir üzerine dikkate değer enfes yorumlar yapar. (bk. İşarat-ül İ'caz, a.y.)
Bunları Süpersicim Teorisi ışığında ele aldığımızda, bizi dikkat çekici bir noktaya getirmektedir ki varlığın sırrı konusunda zihnimize yeni mertebeler kazandırmaktadır: Süpersicim Teorisi'nde dört boyutlu evrenimizin, kâinatın 10 boyutunun, 4 + 6 şeklinde ayrışması sonucu ortaya çıktığı kabul edilir. Süpersicim Teorisi'nin, tutarlı olabilmek için ihtiyaç duyduğu 10 boyut, acaba semavatın yedi tabaka halinde yaratılması hakikatine de işaret olabilir mi? Kâinat 10 boyutlu bir gerçeklikse, 4 boyutlu evrenimizin (en, boy, uzunluk ve zaman) şehadet âlemi denilen fizik dünya, birinci kat semayı teşkil edecektir. Geri kalan 6 boyut ise ikinciden yedinciye tam altı kat semaya -bilim dili ile parelel evrenler, dinî literatürle gayb ve ahiret âlemleri- karşılık gelmiş olabilir.
Âlemin sırlarını Kur'an'ın ışığında açıklayan Bediüzzaman, esir denen uzay boşluğunun sadece varlığın beliriş ortamı ve faaliyet alanı ile sınırlı kalmadığını, onun "nakillik ve infial hassasıyla ve vazifesiyle teçhiz" edildiğini, ilâhî arşlardan biri olduğunu anlatmaktadır. Elbette ki esir ortamındaki faaliyetler, su ve topraktakinden farklı olacaktır. Çünkü esir, Cenab-ı Hakk'ın en nazenin bir hulle-i icraatıdır. Bu yüzden, tartıya ve ölçüye girmeyenlerin, ruhani ve manevî varlıkların yaşama ortamı ve faaliyet alanı olduğunu düşünebiliriz. Diğer taraftan, hava unsurunun manevî cephesi olan esir, bir hüve olarak âlem-i misâl ve âlem-i mânâya bir anahtar olmaktadır. Bu sebeple, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi, mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir madde olarak esir, madde âlemini mânâ âlemlerine bağlayan, hem bu âleme hem de öbür âlemlere benzeyen, ikisinin arasında bir yapıya sahip olacaktır.
Alemde sergilenen ilâhî lütuf, güzellik ve hayırlara karşı dua, tesbih, hamd ve ibadetle mukabele eden varlıkların her biri, aynı zamanda ilâhî isimlerin güzelliklerini, kozmik sırları de sergileyen ve haykıran birer ilanname ve dellaldırlar. "O dellalların güzel ve tatlı hamdlerini ve senalarını ve mabuduna medihlerini ve onların kelimelerini her tarafa neşir ve arş-ı azamın canibine sevk etmek için esir unsurunun (sicimler gibi) emirber neferler, küçücük diller ve kulaklar gibi, o güzel kelimeleri dergâh-ı ulûhiyete takdim etmek için, o pek harika acib vaziyeti hava ve esire verilmiştir ki hava âleminin maddî cephesi atmosfere tekabül ederken, manevi cephesi (ışınları, elektromanyetik dalgaları ve hatta duaları nakleden) esire karşılık geldiği kanaatindeyiz.
Tabi ki bu harika faaliyetlerde gerek esiri oluşturan tanecikler olsun gerekse hava tanecikleri olsun, basit bir sebepten öteye gidemezler. Bu icraatların sahibi, kâinatı esir vasıtasıyla bir bütün halinde yapıp, en uzağı en yakın hale getiren, bununla evren çapında birliğini açıkça gösteren, boyutların ve uzayların gerçek sahibi olan Âlemlerin Rabbidir. Aksi takdirde esirin "zerreden çok derecede daha küçük olan zerrelerine; her şeyi görecek, bilecek, idare edecek bir ihtiyar ve bir iktidar ile vücud bulan fiilleri, eserleri isnad etmek" demek olacağından, böyle bir fikir "esirin zerreleri adedince yanlıştır."