Hadîs şârihlerinden Hicrî 743'te vefat eden imam allâme Tîbî diyor ki: «“Mü'min olduğu halde zina etmez.” diye menfî imandan murad, hayâ' da olabilir. Çünkü hayâ', iman şu'belerinden biridir. Yani zina ettiği anda Allah Teâlâ'dan utanmaz demektir.
Şayed Allah Teâlâ'dan utansaydı ve Allah Teâlâ'nın kendisini kontrol ettiğine, kendisiyle beraber olduğuna kesin hükümle inansaydı, bu çirkin işi irtikab etmezdi = işlemezdi.
Hayâ'nın ondan çıkması, sonra günahtan ayrılmasıyla, imanla isimlendirilen hayâ'nın = iman nurunun tekrar kendisine dönmesini, İkrime radıyallahu Teâlâ anhu anlatırken parmaklarının birbirine geçirilmesiyle ve çıkarılmasıyla temsil buyurdu.
Nitekim İbnu Abbas radıyallahu Teâlâ anhu da, İkrime'nin sorusuna cevaben parmaklarının teşbîkiyle konuyu sûretlendirdi. Ve binnetice, «hayâ’nın yokluğuyla iman şu'besinin birisinin yokluğu» demek olur.
فَاِنْ تَابَ عَادَ اِلَيْهِ هكَذَا “Şayed tevbe ederse kendisine döner; şöyle.” demekle sûretlendirildi = temsil buyurdu.
Gerek İbnu Abbas'ın teşbîkle imanın eserinin çıkmasını ve tevbeyle dönmesini sûretlendirmesi ve gerekse
Deylemî, Tirmizî, Ebû Davud, Hâkim ve Beyhakî'nin tahric ettikleri,
اِذَا زَنَى اَحَدُكُمْ خَرَجَ مِنْهُ الاِيمَانُ وَكَانَ عَلَيْهِ كَالظُّلَّةِ فَاِذَا انْقَلَعَ رَجَعَ اِلَيْهِ الاِيمَانُ
H.33: “Sizden biriniz zina ettiği zaman iman ondan ayrılıp üzerinde gölge = şemsiye gibi oluverir. Günahından ayrıldığı zaman, iman kendisine döner.”
mealindeki Ebû Hureyre'nin hadîsinde bildirilen, imanın eserinin çıkıp şahsın tepesinde gölge = şemsiye gibi olmasının zâhiri, tasdikten ibaret iman cevherinin kendisinin çıkmasını ifade etmez.
Ehli Sünnet vel'Cemaatin söz birliğiyle vardığı son kanaate göre de, ma'siyeti irtikab, kesinlikle mü'mini imandan çıkarmaz.
Zira «Ma'siyetten dolayı imanın çıkıp şahsın tepesinde durması ve kişinin günahından ayrılıp tevbe etmesiyle tekrar kendisine dönmesi»nin ifadesi, imanın sabit kalmasının açık izahıdır.
Aliyy-ul-Kârî, Tîbî ve tüm şârihlerin ifade ettikleri gibi, imanın asıl kendi nûru var; bu tasdik ve ikrardan ibarettir.
Ayrıca o nûrun aydınlığını temsil eden iman semeresi ve neticesi var; hayâ', Allah'tan korkmak, mahluka şefkat ve dindarlık gibi.
Doğrusu, «iman-ı Billah» ve «iman-ı Lillah» olmak üzere her mü'minde iki kısım iman cevheri vardır.
Birincisi yani «iman-ı Billah», tasdikten ibaret olup, imanın kendi cevherini ve imanın etrafında dolaşan şübhelerinin semerelerini de idare eder; bu cevher inkar ve nifaktan başkasıyla çıkmaz, yok olmaz. Ahiret gününe iman da, «iman-ı Billah»a dahildir.
İkincisi, yani «iman-ı Lillah», tıbkı iman cevherinin etrafında dolaşan ve şu'belerinin semeresi sayılan hayâ', haşyetullah, mehabbetullah, ihlas gibi güzel ahlak melekeleridir; bu çıkar. Bunun çıkmasıyla, haliyle yasaklanan günah işlenilir. Ahirete amaçları bağlama, bu şu'beye dahildir. Amacın zaifleşmesiyle çirkinlik işlenir, demek olur.
Bu itibarla ma'siyet sebebiyle ayrılan, iman nûrunun = tasdik ve ikrârın asıl cevherinin kendisi değil, ziyâsı ve semeresi olan hayâ', korku ve benzer semerelerdir.