Yaratıcının Varlığına Akli Deliller
Gerek felsefeciler ve gerekse kelamcılar, Halık’ın varlığına birçok akli deliller ortaya koymuşlardır. Felsefeciler, imkan delilini, kelamcılar ise hudus delilini ortaya koymuşlardır.
a-Felsefeciler imkan delili şöyledir: Ma’bud’umuz Vacib-ul-Vucud’dur. Eğer Vacib-ul-Vucud olmasaydı, imkan sıfatıyla kuşatılmış bütün mahlukun silsilesinin birer halkaları kesilmezdi ve nihayetsiz olurdu. Mesela, insan bir silsiledir. Şu anda var olan insanın yok olması, insanın ezeli olmamasını gösteriyor. Böylece var olmak, yok olmak imkanıyla vasıflanan her şeyin başlangıcı vardır. Başlangıcı olanın, nihayetsiz olması mümkün değildir.
Bunca varların şu andaki varlığında şübhe yoktur. Öyle ise kainat hayal değildir. Lakin şu anda var olan maddenin, yokluğu da mümkündür. Varlığı ve yokluğu aynı seviyede düşünülen bir varlık, mesela madde ve hareket, varlığını başkasından almıştır. Başkasından varlığını kazanan ezeli değildir. Bilakis onu var eden bir şey vardır. O şey, imkanla vasıflanmaz. O’nun adı, Yaratıcı ALLAH’tır.
Madde ve hareket ikisi de birer varlıktır. Madde hareketin, hareket de maddenin varlığına sebebdir veya faildir, denilirse, bu takdirde teselsül lazım gelir. Ehli ilmin ittifakıyla teselsül batıldır. Zira bir şeyin hem illet-fail, sebeb, mesela kuş- hemde ma’lul- fiil, mesela uçuş- olması muhaldir. Öyle ise kuşu yapan ve ona uçuş veren, kuş ve uçuşun dışında ezeli bir varlıktır. İşte O ezeli Varlık, ALLAH’tır.
Alem yani atom, hareket ve bütün kuvvetler, hatta bütün sıfatlar, kuş ve uçuş gibi birbirinden farklı birer varlıklardır. Bunlardan her biri diğerine isnad edilir; mesela kuş uçtu, denilir. Fakat her birinin varlığı bir sürü şartlara bağlıdır. Onlardaki bu bağlılık ve isnad noktaları kendilerinin ezeli olmadıklarını göstermektedir. Kuş yani madde, uçuşa yani harekete muhtaçdır. Birbirine muhtaç olan ezeli değildir. Binaenaleyh ikisi de birbirinden başkasına da muhtacdır. O ise gayrına muhtaç değildir ve ezelidir. İşte bu ezeli olan Varlık’ın adı, ALLAH’tır.
Aksi takdirde, madde hareketi, hareket maddeyi meydana getirir demekle teselsül gelir. Teselsül batıldır.
b-Kelamcıların hudus delili de şöyledir: Bütün alem hadistir yani yoktan var olmuştur. Hiçbir hadisin kendiliğinden var olması mümkün değildir; başkası tarafından var olur. Hadisi var eden mucidi, Vacib-ul-Vucud’dur. Vacib-ul-Vucud ise, imkan ve hudus ile vasıflanamaz. Aksi takdirde teselsül lazım gelir. Burada iki kaide var:
1-Rabb’imiz Vacib-ul-Vucud’dur. Eğer Vacib-ul-Vucud olmasaydı, imkan ve hudus sıfatlarıyla kuşatılmış silsilenin halkalarının kesilmemesi gerekirdi. Halbuki bilmüşahede görüyoruz ki, birçok silsileler kesiliyor. Çünkü kesilmemesi teselsüldür, muhaldir; görülmemektedir. Binaenaleyh silsileleri var edip yok eden vardır; O ise hudusla vasıflanmaz, adı ALLAH’tır.
2-Bilmüşahede görüyoruz ki, madde ve ve hareket cisim ve cevher bunlarla varlığını gösteren arazlar, sıfatlar ve hareketler, yeni yeni meydana gelir; hadis olur, var olur. Bilmüşahede görüyoruz ki, hareket ve sıfatlar hadistir. Hadisin başlandığı yer de hadistir. Şu halde madde de cisim de hadistir. Bu hadisi var edenin kadim olması gerekir. Kadim ise Vacib-ul-Vucud’dur. Vacib-ul-Vucud, hudus ve imkanı kabul etmeyen ve yokluğu mümkün olmayan demektir. Bu ise Kadim’dir, Ezeli’dir. Ezeli olduğu için de Ebedi’dir.
Felsefecilerin nizam-ı alem diye tabir ettikleri İnni delile, kelamcılar, eserden müessire yükseliş delili, dediler. Kelamcıların başlangıç noktaları budur. Derler ki: Yoktan var olanın kendiliğinden var olmaması muhakkaktır. Çünkü illet yani fail ve ma’lulun yani fiilin birleşmesi, yani bir tek şey olması ve her birinin diğerine, mesela, maddenin harekete sebeb ve fail olması nihayetsiz olmadığından, Bir Tek Yaratıcı’nın varlığını gösterir. İllet ve ma’lul de birbirinden ayrı olmasına rağmen birbirine muvafakat etmeleri ve aynı nizamla devam etmeleri, Yaratıcı’sının İlmi’ni, İradesi’ni, Mutlak Kudreti’ni göstermektedir.
Felsefeciler, nizam-ı aleme, illet-i gaiye demişlersede, biz buna hikmet deriz. Allah’ın yaratmış olduğu her bir şeyde -kul bilsin bilmesin- bir hikmet vardır. İşte gerek bu yolla ve gerekse kelamcıların isbat-ı vacibe tayin ettikleri yani alemin hudusu olan delile Hızır Bey işaret etmektedir.
İllet-i gaiye ; eğer bir irade yani kendi iradesiyle her bir sebebi fiiline, fiili de sebebine, doğrusu illeti ma’lule, ma’lulü de illete bağlamak ise, Halık Teala hakkında düşünülebilir ve makbuldür. Amma iradesiz olarak fiili sebebine, sebebi fiiline bağlamak ise, Allah hakkında muhaldir. Çünkü Allah Teala, Fail-i Muhtar’dır; fiili Kendi iradesiyle olduğu için hikmetten hali olmaz. Amma kulun aklı, gözünün görmesi gibi hududlu olduğu için, bu hikmeti bilmekten aciz kalır. Maamafih felsefeciler burada, Halık Teala’yı mahluka kıyas ettiler; Halık’ın da fiilinde mecbur olduğunu zannettiler. [9/s.14-17]