بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Akidet-ul-İMAN 6

Yine İbrahim Hakkı rahimehullah, «Akîdet-ul-Îman» adlı risâlesinde, aziz evladlara öğretmek için soru cevab olarak şöyle diyor:
            Denilse ki: Kadere = hayr ve şerrin Allah'tan olduğuna nasıl inanıyorsun sen?
            De ki: Sözümüz, fiilimiz, ahlak olarak iyiliklerimiz, kötülüklerimiz, imanımız, küfrümüz ve şu var­lıkta olan olayların, her ne varsa tümünün Allah Te­âlâ'nın bilgisi, iradesi, yapması ve hüküm etmesi, yapma ve hükümlerinin de belli vakitlerde olması ve vakti geldikçe Kendisi iradesiyle yahud da «Ol» demesiyle, doğrusu var etmesiyle hepsinin var oldu­ğuna inanırım.
            Aynı zamanda, olayların, olacağı gibi Levh-i Mahfuz'da yazılı olduğuna, Allah Teâlâ'nın kulunun hayr işlemesinden razı olduğuna ve sevdiğine, kulunun şerrinden razı olmadığına ve sevgisiyle olma­dığına, kulunun azması, seçmesi sebebiyle aleyhinde hükmettiğine inanıyorum.
            Ulemâmız, «İlim, maluma tâbi'dir.» kaziyesinden hareket etmekle: “Kulların azmaları = Allah Teâlâ'nın yapması – yapmamasından ibaret olaylara muvafakat göstermelerinin, kulun, iradesine bağlı hayr ve şerrin ikisinden birisini tercih etmesinin var olduğuna inanırım: Cüz'î irade de budur. Kulun da, Allah'ın kud­retine göre, yaratması – yaratmaması müsâvi olan iki taraftan hayra azmasında sevab kazanacağına; hayır, şerre azmasında azabı hak etmesine inanıyo­rum.” dediler.
            Akdes Teâlâ'nın Zâtı'na iman vacib olduğu gibi, O'nun «Kaza»sına yani şu gördüğümüz madde âle­mi yok iken ilm-i ezelîsinde bilkuvve var olacak kai­natın bütün teferruatıyla plânının var olmasına, «Ka­der»ine = şu gördüğümüz madde âlemini bilfiil var etmesine yani îcadına, devam ettirmesine yani lehinde sebebleri yürütmesine, idare etmesine yani belli bir kanuna, nizama tâbi' tutmasına da iman vacibdir. Zaten kaza ve kader meselesi, Zât-ı Akdes Teâlâ'nın ilmine, iradesine, kudretine ve tekvîn olan ezelî sıfatına râci'dir. Çünkü kader, Hak Teâlâ Haz­retleri'nin, ezelden ebede kadar olacak şeylerin za­manını, türlü vasıflarını ve havâssını = türlü özelliklerini ve sâir tefâsilini bilip ezelde takdir edilmiş olmasından; kaza ise, Allah Teâlâ'nın, irade ve takdir buyurmuş olduğu şeylerin zamanı geldikçe onları tıpatıp ilim ve iradesine muvafık sûrette îcad bu­yurmasından ibarettir. Binaenaleyh kazaya, kadere iman, Tevhîdin tamamından yani اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ «Allah'a inandım» hükmüne dahildir.
            Kainatta Cenâb-ı Hakk'ın kaza ve kaderinden: bir ağacın yaprağının dökülmesine varıncaya kadar, اِبْدَاءٌ «İbdâ'» = «başarıyla başlamak», اِبْدَاعٌ «İbdâ'» = «bilfiil var etmeyi başarmak» ve îcadından haric, hiçbir zerre yoktur. Zât-ı Akdes Teâlâ, halkın «Mukadderât»ını yani plân ve projesinin sûretini ilk mahluku olan kalem ile Levh-i Mahfuzu'nda tesbit bu­yurmuştur. Artık Tek Bir olmak vasfıyla «Zât-ı Ehadiyye» ve âlemlerin Yaratıcı'sı, kainatı teşkil eden bütün a'yânı = cevherleri, zerreleri ve a'râzı = vasıf­ları ve halleri «takdîrât-ı ezeliyye»si = plânı, projesi ile şu varlık sahasına bilfiil getirmiştir.