هَپْ اَصْحـَابِ گُزِيـنُ و تَابِعِـينُ و مُـجْـتَهِـــدِيــنِــكْ
نَه كِه وَارْ اَهْلِ سُـنَّتْ وَ الْجَمَاعَةْ جُمْلَه اَهْـلُ اللّٰهْ
Hep ashâb-ı güzîn-u tâbiîn-u müctehidînin
Ne ki var Ehli Sünnet vel’Cemâat cümle Ehlullah
Tüm ashâb-ı güzîn, tâbiîn, müctehidler, hepsi, Ehli Sünnet vel'Cemaattir; Allah'ın dostlarıdırlar, velîdirler.
Şeyh İsmail Bursevî rahimehullah «Silsile-i Şeyh İsmail» adlı eserde ashabın sevgisinin imandan olduğunu şöylece dile getirmektedir:
گَــرْ مُــقِــرِّ حَـضْـرَتِ قُرْاٰنْ اِيــسَـكْ اَصْحَـــابِـى سَــوْ
حَـضْــرَتِ پَـيْـغَـمْـبَــرِكْ يَـارِى اُولاَنْ اَحْـبَـابِى سَوْ
چُـونْ بِيـلُورْسُـكْ مُقْـتَدَائِى اَهْلِ اِيـمَـانْ اُولْـدُوغِـيـزْ
گَــلْ اِمَــامِ پَــاكُ دِيـــنُ و مَـنْــبَــرُ و مِــحْــرَابِ سَــوْ
كِــى اَبُــو بَـكْـرُ و عَلِـيــدِرْ جُــمْـلَــسِى عَــالِـى دُرُرْ
بِـرِى بِرِنْـدَنْ يُورِى فَرْقْ اِيتْمَه شَيْخُ و شَابِى سَـوْ
جُـــمْـــلَـــه قُــرْاٰنٍ ايْـــچِـنْـدَه اُولُـــوبْــدُرْ چَـــارْ يَـــارْ
يَـــانْــدَنْ تَــــنْــهَا رِجَـــــــالِ سُـــورَۀِ اَحْــــزَابِ سَـــوْ
كِـيـمِـى عِـرْقِ مَعْــنَــوِيـدَنْ كِيمِى صُورِيدَنْ گَلُورْ
اَصْلِى چُـونْ كِيـمْ بِرْ طَمَـرْدِرْ جُـمْلَه اِنْسـانِ سَـوْ
رَبِّـكَه اِيـمَـانُ و تَصْــدِيــقِـــكْ رَسُـولَـه وَارِ ايـسَه
هَــمْـچُو حَقِّـى دِيـنْ اِيـچِنْـدَه اَهْلِ دِلُ اَرْبَابِ سَوْ
Ger mukirri Hazreti Kur'ân isen eshâbı sev
Hazreti Peygamberin yârî olan ehbâbı sev
Çün bilirsün muktedâi ehli îman olduğîz
Gel imâm-ı pâk dîn ü member-u mihrâbı sev
Kî Ebû Bekr-u Alîdir cümlesî âlî dürur
Birî birinden yürî fark etme şeyh-u şâbı sev
Cümle Kur'an içinde olubdur çârı yâr
Yandan tenhâ ricâl-i Sûre-i Ahzâbı sev
Kîmî ırkı ma'nevîden kîmî sûrîden gelür
Asl-i çûn kim bir damardır cümle insânı sev
Rabb'ine îmân-u tasdîkin Rasûl'e var ise
Hem çû hakkı din için de ehli dil erbâbı sev
قَمُونُكْ اِعْتِقَادِى بُو يُوزْاُونْ بَيْتْ اِيچْرَه بِيلْ حَقِّـى
بُودُرْ حَقْ مَذْهَبْ اٰنْجَقْ بُونْـدَه ثَابِـتْ اَيْـلَسُونْ اَللّٰهْ
Kamûnun i'tikâdı bu yüz on beyt içre bil Hakkı!
Budur hak mezheb ancak bunda sâbit eylesin Allah
Ey Hakkı!.. Artık onların itikada dair ölçülerini, yukarıdaki yüz on beyt içerisinde bil. Budur hak mezheb. Allah Teâlâ bizi bu itikad üzere sabitleştirsin.
İbnu Abdilberr'in “Câmiu Beyân-il-İlmi” adlı eserinde, İbn-ul-Esîr'in “Câmiu-l-Usûl” adlı eserinde tahric ettikleri bir hadîs-i şerîfte İbnu Mes'ûd radıyallâhu anhu şöyle buyurmuştur:مَنْ كَانَ مُسْتَنّاً فَلْيَسْتَنَّ بِمَنْ قَدْ مَاتَ فَاِنَّ الحَىَّ لاَ يُؤْمَنُ عَلَيْهِ الفِتْنَةُ اُولٰئِكَ اَصْحَابُ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانُوا اَفْضَلَ هٰذِهِ الاُمَّةِ اَبَرَّهَا قُلُوبًا وَاَعْمَقَهَا عِلْمًا وَاَقَلَّهَا تَكَلُّفًا اِخْتَارَهُمُ اللّٰهُ تَعَالَى لِصُحْبِةِ نَبِيِّهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَ لِاِقَامَةِ دِينِهِ فَاعْرِفُوا لَهُمْ فَضْلَهُمْ وَاتَّبِعُوهُمْ عَلَى اَثَرِهِمْ وَتَمَسَّكُوا بِمَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ اَخْلاَقِهِمْ وَسِيَرِهِمْ فَاِنَّهُمْ كَانُوا عَلَى الهُدَى المُسْتَقِيمِ “Kim bir âdeti yol edinmek isterse, vefat edenin yolunu yol edinsin. Çünkü muhakkak diri üzerindeki fitneden emin olunmaz. Onlar, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'in ashabıdırlar. Bu ümmetin en üstünleridirler. Kalb olarak en doğrudurlar. İlim olarak en derindirler. Zorluğa en az katlananlardır. Yani, ibadetleri, yemek içmek gibi tabiî; ve başkalarının vebali altına çok az girenlerdir. Allah Teâlâ onları Nebîsi sallallâhu aleyhi ve sellem'in sohbetine elverişli ve dînini ayakta tutturmak için seçmiştir. Öyleyse onların şereflerini biliniz. İzlerine tâbi' olunuz. Gücünüz yettiği kadar ahlak ve sîretlerine tutunun. Şübhesiz onlar dosdoğru hidayet üzerindedirler.”
Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbnu Mâce ve İmam Ahmed'in tahric ettikleri bir hadiste İrbad bin Sâriye radıyallâhu anhu şöyle anlatır:
Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, birgün bize namaz kıldırdı. Sonra yüzüyle bize yöneldi. Bunun üzerine en açık bir sûrette öğüt verdi. Ondan benizler sarardı, gözler yaşardı, kalbler korktu. Bir adam: “Ey Allah'ın Rasûlü, sanırım ki şu öğüdünüz, vedalaşmanın öğüdüdür. Ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz bize?” dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: اُوصِيكُمْ بِتَقْوَى اللّٰهِ تَعَالَى وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ وَاِنْ كَانَ عَبْدًا حَبَشِيّاً فَاِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْدِى فَسَيَرَى اخْتِلاَفًا كَثِيرًا فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِى وَسُنَّةِ الخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ المَهْدِيِّينَ تَمَسَّكُوا بِهَا وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ واِيَّاكُمْ وَمُحْدَثَاتِ الاُمُورِ فَاِنَّ كُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ “Size Allah Teâlâ'dan korkmayı, Habeşî bir köle olsa dahi âmirinize kulak vermeyi ve boyun eğmeyi tavsiye ederim. Gerçek şu ki, Benden sonra sizden yaşayan, elbette birçok ihtilafları görecektir. Bu takdirde size Benim sünnetim ve Benden sonra rüşd ve hidayet yolunu gösteren halîfelerimin sünneti gerek; ona tutunun, aç kimse bütün dişleriyle ekmeğe sarıldığı gibi sımsıkı sarılın. Sizi yeni çıkan bid'at = modalardan sakındırırım. Çünkü yeni çıkan her moda bid'attir. Ve her bid'at dalâlettir.” Yani âdet olarak değil, din namına ihdas edilen her şey bid'at ve dalâlettir.
عَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ “Bütün dişlerinizle ısırın.” cümlesi, istiâre olarak beyan buyrulmuştur. Yani: “Aç bir kimse, elleriyle, dişleriyle, rûhen ve bedenen yiyeceğe yapıştığı gibi, ashabdan sonra gittikçe din kıtlığı başladığında, sizler de sünnetime ve Hulefâ'-i Râşidîn'in sünnetine yapışın, tutunun. Bunu “Külliyyetiniz ile ona tutunun.” diye tercüme ediyoruz. Demek, ashab, tâbiîn ve tebe'-i tâbiînden sonra, din kıtlığı gittikçe artar. Din kıtlığı arttıkça, emr-i Nebevî üzerine Hulefâ'-i Râşidîn'in sözüne yapışmamız vacib olmaktadır. Evet, itikadlarını kendimize ölçü ederiz. Onlardan ayrılmayız. Şereflerini koruruz. Ehli Sünnet vel'Cemaatin bâriz alâmeti bunlardır.