عِـبَـادِكْ اِخْـتِيـَارِى وَارْدِرْ اَفْعَـــالِـنْــدَه جُــزْئِـيــجَــه
اُولْ اَفْعَالْ اُوزْرَه بُولْمِشْلَرْ ثَوَابْ هَمْ عِقَابُ اللّٰهْ
İbâdın ihtiyârı vardır ef'âlinde cüz'îce
Ol ef'âl üzre bulmuşlar sevâb hem İkâbullah
Kulda, akıl ve aklı kullanmaktan ibaret yapabilme gücü, –cüz'î de olsa– iradesi vardır. Bunun için kullar, yaptıklarından dolayı sevab veyahud da azaba müstehak olurlar.
Allah Teâlâ'nın âdetlerinden biri de, ma'lûlün = sebebin şartlarıyla oluşturduğu zaman, o illetle meydana gelen ma'lûlünü, sebeble meydana gelen müsebbebini = sebebinin fiilini yaratmasıdır. Mesela kuşun kanadı, uçuşa elverişli bir illettir; sapasağlam kanat vermesi, kuşun o kanatla uçmasını yazması gibi.
İnsan ve hayvan arasındaki fark, tabiat ve iradedir. Bütün hayvanlar, tabiatleriyle, ister istemez, yer, içer, gezer, dolaşır; av olur avcı olur.
İnsan ise, tabiatiyle değil, Allah Teâlâ'nın kendisine vermiş olduğu akıl ve iradesi vasıtasıyla, yemek, içmek, gezmek, giymek veya üryan dolaşmak, buluşmak, ayrılmak...'ta muhayyerdir.
Akıl ve yapabilme gücünü, yani kendisindeki enerjiyi kullanmak istediğinde, Allah Teâlâ kullanma gücünü... kullanmamak istediğinde, kullanmama gücünü yaratır.
Allah Teâlâ, kulun istek ve azmi = yapmayı yahud yapmamayı insanın plânladığı, programladığı ve fiile geçmeye karar verdiği anında o işini yaratır. İşte bu istek ve azme = karar vermeye, cüz'î irade denilmiştir. Allah Teâlâ kulunun elinden bu cüz'î iradeyi alabilir... ve hükmünü icra edebilir. Böyleyse kul sorumlu değildir. İradesini, aklını ibtal etmediği yerde sorumludur. Bunu izah ederek Şeyh İbrahim Hakkı rahimehullah:
اُولْ اَفْعَالِكْ جُمَيْلِيدِرْ حَقِّكْ حُبُّ و رِضَاسِيلَه
قَبِـيحِنْـدَه بُولُنْمَـازْ نَه مَحَـبَّـتْ نَه رِضَــــاءُ اللّٰهْ
«Ol ef'âlin cümeylîdir Hakk'ın hub-u rıdâsıyla
Kabîhinde bulunmaz ne mehabbet ne Rıdâullah
Kulun iradesiyle meydana gelen fiilinin güzelinde, Allah Teâlâ'nın sevgi ve rızası vardır. Çirkininde ise, ne sevgisi ne de rızası vardır.» dedi. Amma adaletinden dolayı, fâil-i muhtar = isteğiyle müstakil Yaratıcı olduğu için, kulun azim ve azmasına uygun yaratır; hayrı da şerri de. Yaratmada kulun tesir ve rolü olmadığı için, vasfı yani isteğiyle meydana gelen sıfatı, fiili, sevabın kazanılmasına sebeb olmaz, diye Şeyh İbrahim Hakkı rahimehullah:
ثَوَابْ اَفْضَالِدِرْ حَقِّكْ وَ عَدْلِيـدِرْ عِقــــَابْ اٰنِــكْ
وُجُوبْ اِيجـَابْسِزْ حَقَّه بِى اِسْتِحْقَـاقْ عَبْدُ اللّٰهْ
«Sevâb efdalidir Hakk'ın ve adlidir ikab Â'nın
Vücûb îcabsız Hakk'a bî istihkak abdullah
Allah Teâlâ üzerine hiçbir hak gerekli olmaksızın kuluna sevab vermesi, fazl-u keremidir. Kulu da hiçbir azaba müstehak olmaksızın, Allah Teâlâ'nın onu cezalandırması adaletidir.» söyleyişiyle açıkladı.
Hasılı, Allah Teâlâ'nın kulunun yararına nimeti yaratması vacib = gerekli olmadığı gibi, aleyhine hükmetmesi de zulüm değildir. Çünkü Kendi mülkünde tasarruf eder; müstakil bir Hâkim'dir.اَلعَبْدُ وَمَا يَمْلِكُهُ لِمَوْلاَهُ “Köle de, kölenin mülküne geçirmiş olduğu şeyler de, efendisinin mülküdür.” kaziyesinde bütün beşer ittifak etmektedir. İş böyle olunca ğayrinin mülkü yoktur ki, Yaratıcı, ona tecavüz etmiş olsun. Şu kadar ki insana mecâzen mülk nisbet edilmiş; aslında tasarruf hakkı, mülkünden dolayı değil, efendisinin izninden dolayıdır. Elbette Allah Teâlâ efendiye benzemez, âlî ve yüce yaratıcıdır. Amma, şirkten başka çoğu günahları merhametiyle afuv edeceğini va'detmiştir.
Öteden beri feylesoflar, fiili illetlere nisbet etmektedirler; onlara göre, zerre, atom, hava, toprak, birer birer birer fâildirler, yaratıcıdırlar.
Mu'tezile de onlara uydular, ittifak ettiler, fakat Mu'tezile: “Zerre, atom, hava, toprak, ana, baba, tavuk da fiilini, kendi müstakil kuvvetiyle değil, Allah Teâlâ'nın kendisine vermiş olduğu kuvvetle yaratır. Asıl maddeleri, illetleri, sebebleri yaratan Allah'tır. Yine Allah, illetler vasıtasıyla maddeleri birleştirip, şekil sûret verir. Buna değişmez tabiî kanun, Sünnetullah denilmektedir.” dediler.
Bir de felsefeden ayrılarak Mu'tezile, “İnsan da akıl ve iradesiyle fiilini yaratmakta müstakildir. Hayrını, şerrini, takdîrini kendisi yapar.” dediler.
Hristiyanlar, teslisle tenkid edildiler. Feylesoflar ve onlara uyan Mu'tezile teslisi reddetmekle te'lîfi icad ettiler. Çünkü onlara göre her şey her şeyin fâilidir, yani her illet, ma'lûlünün fâilidir; bir şey ancak bir şeyi yapar. Yani Allah bir şey yapar, her şeyi yapmaz, demek isterler. Bu da şirkin ifadesidir.
İşte bu şirki, Şeyh İbrahim Hakkı:
جِهَــــانْ جُـمْــلَه انْوَاعِـيـلَه وَ اَجْـزَاءُ صِـفَــــاتِيلَه
هَمْ اَفْعَالِ عِبَادِكْ خَيْـرُ و شَرِّى جُمْلَ خَلْـقُ اللّٰهْ
« Cihan cümle–nvâîle ve eczâu sıfâtıyla
Hem ef'âli ibâdın hayr-u şerri cümle Halkullah» demesinden itibaren reddetti. Sonra:
مُقَارِنْدِرْ بُو فِعْلَه اِسْتِطَاعَتْ كِيمْ اُو قُدْرَتْــدِرْ
بُولُنْسَه اِسْتِطَاعَتْ اُولُنُورْ تَكْلِيفْ شَرْعُ اللّٰهْ
«Mukârindir bu fi'le istitâat kim o kudretdir
Bulunsa istitâat olunur teklif Şer'ullah
İstitâat = kuvve-i meysere = bilfiil yapabilmeye karar vermek, kulun işlediği işle beraberdir. İstitâat = kuvve-i meysere kulda olduğu müddetçe, Allah Teâlâ'
nın şeriatini tatbik etmeye mükelleftir.» demekle izah etti.
Hicrî 982'de vefat eden imam, müfessir Ebu-s
-Suûd rahimehullahu Teâlâ diyor ki: «Mâturîdî imamlarımızın izahlarına göre, Allah Teâlâ insana, «Kuvve-i mümküne» = bilkuvve yapabilme imkanı = yapmaya elverişli hissi ve iş gören azasının yapmaya elverişli olmasını vermiştir.
Bir de «Kuvve-i meysere» = bilfiil, istenilen işi yapmasına ciddî karar verme hissini vermiştir. Bununla şahıs, işi kasdeder = niyet eder = programlar = yapmaya yahud yapmamaya karar verir. Bundan sorumlu olur. Kuldan bu kuvvet, işlemek istediği işle beraberdir. İşi yapan, kendisi değil Allah Teâlâ'dır.[[1]]
كِه عَبْـدِكْ كَنْدِى وُسْعِنْدَه نَه كِمْ اُولْمَازْ اَنِى اَصْلاَ
اَكَا دِينْ اِيچْرَه تَكْلِيفْ اِيتْمَمِشْـدِرْ اُولْ حَلِيـمُ اللّٰهْ
Ki abdin kendi vus'ında ne kim olmaz anı aslâ
Ana din içre teklif etmemişdir Ol Halîmullah
Kulun yapabilme veya terkedebilme gücü, bilfiil istenilen işi yapmasına ciddî karar vermesi olmadığı yerlerde Allah Teâlâ, kulunun aleyhinde bir şey yaratsa, kulunu sorumlu tutmaz.
Şeriatle mükellef olabilmek, «Kuvve-i meysere» = bilfiil istenilen işi yapmaya ciddî karar vermeye ve iş gören azanın da yapmaya elverişli olmasına bağlıdır. Mesela delilerde akıl ve güç, çocuklarda kâmil akıl olmadığından, bunların namaz kılmaları, oruç tutmaları farz olmaz. Zira deli ve çocuklarda «kuvve-i mümküne» = mücerred bilkuvve yapabilme imkanı = yapmaya elverişli güç olsa bile mükellef = yükümlü olmazlar.
Tarif ettiğimiz «Kuvve-i meysere», bilfiil istenilen işi yapmasına ciddî karar vermek ve iş gören azasının da yapmaya elverişli olması, bir de aklın var olması demektir. Akıl ve iradeden dolayı insan, sair hayvandan ayrılıp, tabiatiyle medenî olmuştur.
Medenî olmaklığının sebebi, Tevhîde inanmasıdır = “Her şeyi bir şey yapar, o da Allah'tır, Rabb'dir.” diye tasdik ve hükmetmesidir.
Bu sayeden, Allah Teâlâ'nın, var etmesi, tedbir etmesi, takdir etmesi, yaşatmasından ibaret Rubûbiyeti'nin, kulunun ubûdiyetini gerektirdiğini idrak eder. İdrakin çoğalması nisbetinde hayvan âleminden uzaklaşır; azalması nisbetinde hayvanın tabiatiyle yani iradesini, aklını kullanmamasıyla düşer, hayvanlaşır. Bilakis daha sapkınlığa düşer.
Onun hayvandan bu ayrılışı, cinsî münasebet arzularının, aklını mağlub etmesine, iradesini çürütmesine sebebiyet verir. Derken hissî fuhuşu, kendisini vahşi kılar; sapık cinseller, cinayetler, haram kazançlar, hepsi, onun bu ayrılışından kaynaklanmaktadır.
Daha çok ileriye giderse, ubûdiyetini = Allah Teâlâ'ya teslim olmaklığını, ihlasını, sevgisini, korkusunu kaybeder ve enesi yani benliğiyle rubûbiyeti iddia eder. İşte fir'avn, hanedanlarını toplayıp karşısına aldı; o toplumun askerleri, memurları, hâkimleri, hâsılı toplumun hepsinin emri altında olduğunu, kendisine muhtac olduğunu zannetti; “Ben sizin âlî rabbinizim.” demeye cür'et etti.
İşte bu şirke düşmemek için Şeyh İbrahim Hakkı rahimehullah, “Her şeyi Allah Teâlâ yapar.” hüküm ve tasdîkini:
حَرَامْ اَرْزَاقْـدِرْ هَـرْكَـــسْ يَرْ اِيچَرْ كَنْــــدِى رِزْقِنْ هَپْ
وَكِمْسَه كِمْسَه نِكْ رِزْقِن اَلُوبْ اَكِلْ اِيدَه مَـزْ وَاللّٰهْ
«Haram erzakdır herkes yer içer kendi rızkın hep
Ve kimse kimsenin rızkın alıb ekil edemez Vallah
İnsanın üzerinde yırtılan elbise, barındıran zaman ve mekan ve boğazından geçen, helal olsun haram olsun, rızktır. Herkes kendi rızkını yer içer. Hiçbir kimse diğerinin rızkını alıp yiyemez Vallâhi.
اَجَـــلْ وَقْـتِـنْـــدَه مَيِّـتْــدِرْ اُو مَـقْـتُـولْ اَجَــلْ بِــــرْدِرْ
وَ حَـالِ يَـأْسِـكْ اِيمَـانِـى دَكِـلْ مَقْـبُـولْ عِـنْـدَ اللّٰهْ
Ecel vaktinde meyyitdir o maktûl ecel birdir
Ve hâl-i ye'sin îmânı değil makbûl İndallah
Öldürülen, ecelinin vaktinde ölmüştür. Ve ecel birdir. Ümidsizlik halinde iman etmek, Allah nezdinde makbul değildir.» demekle ifade etti.
Bu beytte dört meşhur mesele vardır:
1-İnsan her ne sûretle ölürse ölsün; Allah Teâlâ'
nın hüküm ve takdir etmiş olduğu eceliyle ölür.2-Kâtil, öldürülenin ölümüne kasdıyla = kuvve-i meyserenin hırsıyla sebeb olduğundan sorumludur, kâtildir.
3-İmanın şartlarından biri de, ihtiyârî olarak ğayba inanmaktır. Çünkü inandığı Azrâili, ahiret âlemini gördükten sonra iman etmemeye imkan kalmaz ki, iman etmesiyle kurtulmuş olsun.
4-Âsi mü'mine hilafla, kafir, Allah'ın azabını müşahade ettikten sonra, artık hayatından ümidsiz olduğu için, iman etse dahi, imanı Allah nezdinde makbul değildir, merduddur.
[[1]]Allah Teâlâ kula iki türlü güç bağışlamakla isteğine
ulaşmasına imkan vermiştir: Birinci kuvvet, bilkuvve yapabilmektir; buna kudret-i mümküne = yapabilme gücü denilir. İkincisi, bilfiil, istenilen işi yapmasının gücüdür, karar vermesidir. Mesela Allah Teâlâ'nın sağlam gözü vermesi kuvve-i mümkünedir, ayrıdır; bir de vermiş olduğu gözün bilfiil bakması yahud kapatılması kuvve-i meyseredir, o da apayrıdır. İşte cüz'î irade denilen şey de budur.
Hem mesela bir insanın kolunun biri felç, diğeri sapasağlam olursa, felç olan kolunda kuvve-i mümküne bulunsa bile hareketinden sorumlu olmaz. Amma sağlam kolunda kuvve-i meysere olduğu için, hareketinden, mesela tokat vurmakla sorumlu olur. İkisini idare eden aynı ruhtur, aynı sinirdir. Ruhu da, onları da yaratan, sadece Allah Teâlâ'dır.