بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Dini ve İLmi ARAştırmalar Merkezi

Kitaplara İman 26.27.28. Beytlerin Şerhi

KİTABLARA DA ŞÖYLE İNANIRIZ

 حَقِّكْ يُوزْدُرتْ كِتَابِى كِيمْ نَبِـيلَرْ اُزْرَه اِينْمِشْدِرْ

كِتَـابْـدِرْ اٰنْلَـرِكْ دُرْدِى صُـحُـفْ يُوزِى كَــلاَمُ اللّٰهْ

Hakkın yüz dört kitâbı kim nebîler üzre inmişdir

Kitabdır anların dördü suhuf yüzü Kelâmullah

Allah Teâlâ tarafından, nebîler üzerine yüz dört kitab inmiştir. Dördüne kitab, yüzüne suhuf denilir. Hepsi Allah Teâlâ'nın kelâmıdır.

            Kitablara iman, kitabların hükmüne inanmaktır.

زَبُـــورِى وِيـــرْدِى دَاوُدَه دَخِـى تَـــــوْرَاتِــى مُــوسَـــايَــه

وَ هَمْ اِنْجِـيـلِ عِيسَايَـه گَـتُــورْمِــشْ جَـبْـرَائِـيـــلْ بِـاللّٰهْ

Zebûr'u verdi Dâvûd'a dahi Tevrât'ı Mûsâ'ya

Ve hem İncîl'i Îsâ'ya getirmiş Cebrâil Billah

Allah Teâlâ, dört kitabdan Zebûr'u Dâvûd'a, Tevrat'ı Mûsâ'ya, İncil'i Îsâ'ya vermiştir. Cebrâil, Allah Teâlâ'nın emriyle bunları onlara getirmiştir.

حَــبِـيـبُ اللّٰهَه قُـرْاٰنِ گَـتُـورْدِى حَــاجَـتْ اُولْـدُقْــچَـــه

يِكِرْمِى اُوچْ يِيلْ اِيچْرَه جُمْلَه قَطْع اُولْدِى اُو وَحْىُ اللّٰهْ

Habîbullah'a Kur'ân'ı getirdi hâcet oldukça

Yirmi üç yıl içre cümle kati' oldu o Vahyullah

Cebrâil, yirmi üç yıl, ihtiyac oldukça Allah Teâlâ'dan vahiyle ayet ayet Kur'ân'ı Habîbullâh'a getirmiştir. Bundan sonra vahiy kesilmiştir.

            Peygamberlere vahyedilen toplam yüz dört ki­tabdır. Yüzüne suhuf; dördüne de kitab ismi veril­miştir. Yüz suhuftan, onu Âdem aleyhisselâm'a, ellisi Şit aleyhisselâm'a, otuzu İdris aleyhisselâm'a, onu İbrahim aleyhisselâm'a inmiştir.

            Dört kitabdan Zebur Dâvûd aleyhisselâm'a, Tev­rat Mûsâ aleyhisselâm'a, İncil Îsâ aleyhisselâm'a, Kur'ân-ı Kerîm Muhammed sallallâhu Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz'e inmiştir. Hepsinde Cebrâil va­sıta olmuştur. Artık Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem'in vefatından sonra hiçbir mahluka vahiy gel­memiştir ve gelmez de.

            Kelam sıfatı ve Kur'an hakkında dört şeye inan­mak farzdır:

            1-Beşerî bir söz olmadıklarına,

            2-Allah Teâlâ'nın sözü olduklarına,

            3-Emr ve yasaklarının hak ve gerçek olduğuna..

            4-Her asırda bütün insanların hukukî, idarî, ah­lâkî olarak beşer tabakasının tüm tabakalarına kâfi bir kitab olmasından dolayı hükmünün bâkî kalaca­ğına, aslâ neshedilmeyeceğine inanmak farzdır.

            Bu yüz dört suhuf ve kitabda, Tevhîd, ihlas ve temel ahlakta aynı hükümler vardır. Ancak miraslar, cezalar, emanetler, muamelât ve ruh tedavisi bakı­mından, değişik zamanlarda değişik emr ile ahkâm-ı İlâhî câri olmuştur.

            Demek kitâb-ı semâvînin iki tarafı vardır: Bir ta­rafı Hakk'a bakar; bu tarafın değişmesi mümkün de­ğildir. Hiçbir şeriatte Tevhîd, Allah'ın sıfatları, nefsi korumak, şeref ve nesli korumak, temel ahlaklar neshedilmemiştir. Tüm kitablar, hüküm ve mana iti­bariyle aynı şeyi bildirmiştir. Ne var ki, hristiyan ve yahudiler, kendi kitablarını değiştirmeye cür'et ettiler.

            Diğer tarafı mahlûkun maslahatına bakar; bu tarafın değişmesi yani neshi mümkündür. Yani ibadetin keyfiyetleri, alış veriş, emanetler, alınması ve­rilmesi, hâsılı fürû' yani iman ve Tevhîde dayalı meseleler, domuzun haram olması, şarabın haram ol­ması gibi hükümler değişmiştir, neshi kabul etmiştir. Her halukârda Peygamberimiz Muhammed sallal­lâhu aleyhi ve sellem'in şeriati, diğer şeriatleri, kitab­ları kapsadığı için değişmez. Örf ve âdetler şer'î hükümlere muhalif olmadığı yerde muteber, muhalif olduğu yerde itibarsızdır.

            Allah Teâlâ hakkında bütün peygamberlerin iti­kadları birdir. İmam Ahmed ve Beyhakî'nin tahric ettikleri, Câbir radıyallâhu anhu’dan gelen bir hadîs-i şerîfte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in bu­yurduğu:أمُتَهَوِّكُونَ اَنْتُمْ كَمَا تَهَوَّكَتِ اليَهُودُ وَالنَّصَاَرى لَقَدْ جِئْتُكُمْ بِهَا بَيْضَاءَ نَقِيَّةً وَلَوْ كَانَ مُوسَى حَيّاً مَا وَسِعَهُ اِلاَّ اتِّبَاعِى “Yahûdiler ve Nasrânîler kitablarını, nebîlerinin sünnetini arka plana almaktan şaşırdıkları gibi mi şaşırıyor­sunuz?

            Andolsun hakîkaten Ben, o apaçık ve tertemiz olan dinla size geldim. Eğer Mûsâ sağ olsaydı, Bana uymaktan başka çare bulamazdı.” ve İmam Ahmed'in tahric ettiği Ebû Hureyre'den gelen bir hadîs-i şerîfte de buyurduğu: اَلاَنْبِيَاءُ اِخْوَةٌ مِنْ عَلاَةٍ وَاُمَّهَاتُهُمْ شَتَّى وَدِينُهُمْ وَاحِدٌ “...Bütün peygamberler baba bir kardeşlerdir; anneleri şeriatin füruattaki hükümleri muhteliftir; ve dinleri de birdir...” mealindeki hadîs-i şerîfler, i'tikadın birliğine delâlet etmektedir.

            Allah Teâlâ tarafından seçkin insanlara meleğin vasıtasıyla inen bütün kitablar haktır. Kur'ân'a iman etmek, bütün kitablara iman etmek demektir, çünkü geçmiş bütün kitabları tasdik edici ve manalarını kuşatıcı bir kitabdır. Kitablardan Mûsâ Peygamber'in Tevrat'ı, Îsâ Peygamber'in İncil'i ve Davud Peygamberin Zebur'unu ve İbrahim Peygamber aleyhimus­salâvatu vetteslîmât'ın kitablarını ve diğerlerini tasdik etmeyi emretmiştir Kur'an.

            Şu anda Kur'ân-ı Hakîm'den başka herhangi bir yolla, Tevrat, İncil, Zebur ve diğer suhufları öğren­mek imkansızdır. Çünkü zamanın geçişiyle bunların tahrîfinde şübhe kalmamıştır.

            Hazreti Muhammed sallallâhu Teâlâ aleyhi ve sellem gibi sadık ve masum yoktur. Ondan, diğer ki­tabları kuşatan Kur'an, tevatür ve senedle zamanı­mıza ulaşmıştır. Tevâtür, ilm-ul-yekîni gerektiren bir hüccettir, delildir.

            Hâsılı, kitablara inanmanın manası, kitabların, Kur'ân'ın hükümlerinin hak olduğuna, kâfi geldiğine inanmaktır. Asr-ı Saadetten sonra yaşayan hristiyan ve yahudi bilginleri, kendi kitablarına inanmış olsa­lardı, Hazreti Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'den, yeniden kitablarını öğreneceklerdi.