خُدَا رَبِّمْ نَبِـــمْ حَقَّـا مُحَمَّـدْدِرْ رَسُـولُ اللّٰهْ
هَمْ اِسْلاَمْ دِينِدِرْ دِينِمْ كِتَابِمْدِرْ كَلاَمُ اللّٰهْ
Hudâ Rabb'im Nebim hakka Muhammeddir Rasûlullah
Hem İslam dînidir dînim kitâbımdır Kelâmullah
Hudâ Rabb'imdir. Peygamberim Muhammed Rasûlullahtır. Dînim, İslam dînidir. Kitabım Allah'ın kelâmıdır.
عَقَايِدْ اِيچْرَه اَهْلِ سُنَّـتْ اُولْدِى مَذْهَبِمْ جَمْعَا
عَمَلْـدَه بُو حَنِيــفَه مَـذْهَبِـيـدِرْ مَـذْهَبِمْ وَاللّٰـهْ
Akâid içre Ehli Sünnet oldu mezhebim cem'â
Amelde bu Hanîfe mezhebidir mezhebim vallah
İ'tikadlar içerisinde gittiğim yol, Ehli Sünnet vel'Cemaat mezhebidir ve yalnız o haktır. Amelî tatbîkatta ise, Ebû Hanîfe rahimehullah'ın görüşleri mezhebimdir. Buna Allah'a andederim.
دَخِـى ذُرِّيَّـتِـيِـمْ حَـضْــــرَتِ اٰدَمْ نَبِـيــنِكْ هَـــــمْ
خَلِيـلِكْ مِلَّتِييِمْ دَخِى قِبْلَه مْ كَعْبَه بَيْتُ اللّٰهْ
Dahî zürriyetiyim Hazreti Âdem Nebî'nin hem
Halîlin milletiyim dahi kıblem Ka'be Beytullah
Aynı zamanda Hazreti Âdem aleyhisselâm'ın neslindenim. Ve İbrahim aleyhisselâm'ın milletindenim. İbadetlerde yöneleceğim yer, Ka'be Beytullahtır.
بُولُنْمَزْ رَبِّمِكْ ضِدِّى وَنِدِّى مِثْلِى عَالَمْــدَه
وَصُورَتْدَنْ مُنَـــزَّهْدِرْ مُقَدَّسْـــدِرْ تَعَــالَى اللّٰهْ
Bulunmaz Rabb'imin zıddî ve niddî mislî âlemde
Ve sûretden münezzehdir mukaddesdir Teâlallah
Âlemde, Rabb'imin zıddı, benzeri, ortağı yoktur. Rabb'im Teâlallah, sûretten münezzehtir, paktır, yücedir.
شَرِيكِـى يُوقْ بَرِيدِرْ طُوغْمَادِينْ دَخِـى طُـوغُورْمَـــدَنْ
اَحَدْدِرْ كُفْوِى يُوقْ اِخْلاَصْ اِيچِنْـــدَه ذِكْر اِيدَرْ اَللّٰهْ
Şerîki yok berîdir doğmadan dahi doğurmadan
Ehaddir küfvi yok İhlâs içinde zikreder Allah
Rabb'imiz, altı i'tibâriye ve sekiz subûtiye sıfatla vasıflandığı için şerîki, ortağı yoktur. Doğmaktan, doğurmaktan münezzehtir = paktır. Bir Tek'tir; dengi yoktur. İhlas Sûresi içinde Allah Teâlâ sıfatlarını böylece bildirdi.
نَه جِسْـمْ نَـه عَرَضْدِرْ نَه مُتَـحَيِّزْ نَـه جَوْهَـرْدِرْ
يَمَزْ اِيچْمَزْ زَمَانْ گَچْمَزْ بَرِيدِرْ جُمْلَه دَنْ اَللّٰهْ
Ne cism ne arazdır ne mütehayyiz ne cevherdir
Yemez içmez zaman geçmez berîdir cümleden Allah
Rabbimiz Teâlâ, cisim değil, araz değil; bir mekâna, yer tutmaya ihtiyacı yoktur. Cevher de değildir. Yemez, içmez, üzerinden zaman geçmez. Hâsılı, madde ve sıfatlarının hepsinden Allah Teâlâ münezzehtir.
تَــبَــدُّلْـدَنْ تَـغَـيُّــرْدَنْ دَخِـى اَلْــوَانُ و اَشْــكَـــــالْــدَنْ
مُــحَـقَّـقْ اُولْ مُـبَـرَّادِرْ بُــودُرْ سَـلْـبِ صِـفَــاتُ اللّٰهْ
Tebeddülden teğayyürden dahi elvân-u eşkalden
Muhakkak ol müberrâdır budur selb-i Sıfâtullah
Maddeden enerjiye, enerjiden maddeye dönüşen cevher olmaktan, aynı zamanda renklerden, sûretlerden, gerçekten O berîdir. Allah Teâlâ'nın hakkında düşünülmez selbî sıfatlar bunlardır.
نَه گُوكْلَرْدَه نَه يَرْلَرْدَه نَه صَاغُ و صُولْ نَه اُوكْ اٰرْدْدَه
جِـهَـتْـلَـرْدَنْ مُـنَــزَّهْدِرْ كِــه اُولْمَازْ هِيچْ مَكَــــانُ اللّٰهْ
Ne göklerde ne yerlerde ne sağ-u sol ne ön ardda
Cihetlerden münezzehdir ki olmaz hiç mekânullah
Gökler, yer; sağ, sol; ön ve arka gibi cihetlerden, Rabb'imiz Teâlâ münezzehtir. Cismi olmayanın ciheti de olmaz, mekanı da olmaz.
خُــدَا وَارْدِرْ وَلِــــى وَارْلِــغِــــــنَـه يُـوقْ اَوَّلُ و اٰخِــــرْ
يِنَه اُولْ وَارْلِغِيـدِرْ كَـنْـدِيـدَنْ غَـيْـرِى دَكِـلْ وَ اللّٰهْ
Hudâ vardır velî varlığına yok evvel-u âhir
Yine Ol varlığıdır Kendi'den ğayri değil Vallah
Allah Teâlâ vardır, lâkin varlığına başlangıç ve sonuç yoktur. O'nun varlığı, Kendi'nden başkası değildir.
بُو عَـالَمْ يُـوغِيكَنْ اُولْ وَارْ اِيـدِى فَرْدُ و تَكُ و تَنْهَا
دَكِلْـدِرْ كِمْسَه يَـه مُحْتَـاجْ وَ هَپْ مُحْتَـاجْ غَيْرُ اللّٰهْ
Bu âlem yoğiken ol var idi ferd-u tek-u tenha
Değildir kimseye muhtac ve hep muhtac ğayrullah
Bu âlem yok iken dahi, O hakîkî mevcud var idi. Tek ve yalnız idi. Şimdi de aynı Varlığı'ndadır. Ve böylece devam edecektir. Artık, Allah Teâlâ ğayrine muhtac değildir. Dâimâ ğayri O'na muhtacdır.
اَكَا حَادِثْ حُلُـولْ اِيتْمَزْ وَ بِرْ شَىْ وَاجِـبْ اُولْـمَزْ كِيـــمْ
هَرْ اِيشْــدَه حِكْمَتِـى وَارْدِرْ عَبَثْ فِعْـل اِيشْـلَـمَــزْ اَللّٰهْ
A'na hâdis hulûl etmez ve bir şey vâcib olmaz kim
Her işde hikmeti vardır abes fi'l işlemez Allah
O'na hâdis, hulûl etmez = bir şey O'nun içine girmez. Çünkü yaratılan mahluk, aynı zamanda mahkumdur, yani Yaratıcı'sının, Hâkim'inin hükmüne bağlı kalmaktadır. Onun için hiçbir şey Allah Teâlâ'ya vâcib olmaz = gerekli olmaz, doğrusu, hükmünde mecbur olmaz. Her işte O'nun hikmeti vardır. Elbette Allah Teâlâ başıboş iş işlemez.
حُلُولْ اِيتْمَزْ اُو ذَاتْ عَبْدَه وَ هِيچْ بِرْ فَرْدَه ظُلْم اِيتْمَزْ
عِـبَــادِكْ اَصْـلَحِى لاَزِمْ دَكِلْ كِيـمْ خَـلْــق اِيـدَه اَللّٰهْ
Hulûl etmez O Zat abde ve hiçbir ferde zulmetmez
İbâdın aslahı lâzım değil kim halk ede Allah
O Zat, bir kula hulûl etmez. Ve hiçbir ferde zulmetmez. Kendisi'ne kulunun yararına sebebleri yaratmak gerekmez ki, onu yaratsın.
اَكَا بِرْ كِمْسَه جَبْـرِيلَه بِرْ اِيشْ اِيشْلَه دَه مَزْ اَصْلاَ
نَه كِيمْ كَنْدِى مُرَادْ اَيْلَرْ وُجُودَه اُولْ گَلُـورْ بِاللّٰهْ
A'na bir kimse cebrile bir iş işledemez aslâ
Ne kim Kendi murad eyler vücûda ol gelir Billah
Hiçbir kimse, ne zorla ne yalvarışla O'na cebren iş yaptıramaz. Ne var ki fazl-u keremiyle “Yalvarışları kabul ederim.” buyurmuştur. Kendisi neyi dilerse, o nesne Allah Teâlâ'nın kudretiyle = îcadıyla meydana gelir, imdadıyla hayat bulur.
اٰنِكْ هَرْ بِرْ كَـمَالِى بِـى تَغَيُّرْ حَاصِلْ اُولْمِشْـــدِرْ
كِه يُوقْدُرْ مُنْتَظَرْ اُولُـنَه جَقْ هِيچْ بِرْ كَمَالُ اللّٰهْ
A'nın her bir kemâli bîteğayyür hâsıl olmuşdur
Ki yokdur muntazar olunacak hiçbir Kemâlullah
Allah Teâlâ'nın Zât-ı Şerîf'inin kemâlâtı, Zâtı'yla birlikte ezelîdir; değişmeyi kabul etmez. Çünkü Allah Teâlâ'nın hakkında sonradan meydana gelecek bir kemal söz konusu değildir.
صِفَــاتِ بَا كَمَالْ اِيلَه اُو دَائِمْ مُتَّصِفْـدِرْ كِيمْ
قَمُو نُقْصَانْ صِفَتْلَـرْدَنْ بَرِيـدِرْ ذُوالْجَلاَلُ اللّٰهْ
Sıfât-ı bâkemâl ile O dâim muttasıfdır kim
Kamû noksan sıfatlardan berîdir Zülcelâlullah
Celal ve Azamet sahibi olan Allah Teâlâ, kemal sıfatlarıyla yani nefsî sıfat olarak «Vücud» = Var olmaklığı'yla, beş Subûtiye sıfatı yani Zâtı'nın onlarla vasıflanması sabit ve daimi olan sıfatlar olarak Kıdem yani ezelî olması, Bekâ: dâimî ve ebedî olması, Kıyâmun binefsih: Zât'ıyla var olup, başkasına asla muhtac olmaması, Kendisi Kendi'ne kâfi olması, Vahdâniyet: ikincisi olmayan ve birlerin içerisine girmeyen bir tek olması, Muhâlefetun lilhavâdis: aklımıza, gözümüzün önüne, vehim ve hayalimize gelen tüm sûretlere muhalif, daha doğrusu benzersiz olmasıyla, sekiz Zâtî sıfatlar olarak Hayat: diri olması, İlim: bilmesi, Semi': işitmesi, Basar: görmesi, İrade: dilemesi, Kudret: güç sahibi olması, Kelam: harf ve sesten ârî konuşması, Tekvîn: îcadıyla mahluku var etmesi ve imdadıyla belli bir nizama tâbi' tutarak yaşatması ve sonradan var ettiği şeyi yok etmesi sıfatlarıyla daima vasıflanır.
Gerek sayılan on dört sıfatların zıddıyla vasıflanmaktan ve gerekse mahluka isnadı mümkün olan bütün noksan sıfatlardan berîdir = pak ve münezzehtir.
سَـكِزْدِرْ چُـونْ صِفَــاتِ ذَاتِى عِلْم اِيلَه اِرَادَتْـــدِرْ
حَيَاتُ و قُدْرَتُ و خَلْقْ بَصَرْ سَمْعُ و كَلاَمُ اللّٰهْ
Sekizdir çün sıfât-ı zâtî İlm ile İrâdetdir
Hayât-u Kudret-u Halk Basar Sem'u Kelâmullah
Allah Teâlâ'nın Zâtî olan subûtî sıfatları; İlim, İrade, Hayat, Kudret, Halk, Basar, Semi' ve Kelam olmak üzere sekizdir.
عَلِيمْ اُولْدُرْ كِه عِلْمِنَه اِيرِشْمَزْ كِمْسَه نِكْ عَقْلِى
اِحَاطَه اَيْلَمِشْــدِرْ جُمْــلَه بُو اَشْـيَـــايِى عِلْـــمُ اللّٰهْ
Alîm Ol'dur ki İlmine erişmez kimsenin aklı
İhâta eylemişdir cümle bu eşyâyı İlmullah
Alîm O'dur ki İlmine kimsenin aklı erişmez. Allah Teâlâ'nın ilmi her şeyi kuşatmıştır. Alîm, «bilici» demektir, ki sıfatı, ilimdir.
مُرِيدْ اُولْدُرْ دِيلَيِجِيدِرْ وَ هَرْ شَىْ اُوزْرَه قَادِرْدِرْ
نَه كِيمْ دِيلَـرْ اُولُورْ پَيْـدَا عَلَى وَفْـقِ مُرَادِ اللّٰهْ
Mürid Ol'dur Dileyicidir ve her şey üzre kâdirdir
Ne kim diler olur peydâ alâ vefkı Murâdillah
Müriddir = Dileyicidir. Ve her şey üzere kâdirdir. Artık Kendisi neyi dilerse, O'nun muradına muvafık olarak peyda = var olmuş olur.
جَمِيعِ خَيْرُ و شَرِّى اُولْ دِيلَرْ تَقْدِيرُ و خَلْق اَيْلَرْ
وَلِى خَيْرِى سَـوَرْ اٰنْجَقْ كِـه سَـوْمَزْ شَرْلَــــرِى اَللّٰهْ
Cemîi hayr-u şerri Ol diler takdîr-u halk eyler
Velî hayrı sever ancak ki sevmez şerleri Allah
Bütün hayrları, şerleri Kendisi diler; tesbit eder; yaratır. Allah Teâlâ, kulunun ancak hayrlı işlerini sever; şer işlerini yine kuluna yaratır, ama sevmez.
بَصِيرْ اُولْـدُرْ حَقِيقَتْدَه كِه هَپْ اَشْيَايَه نَاظِرْدِرْ
وَلِى گوُزْدَنْ مُنَزَّهْدِرْ بَصَرْدِرْ مِنْ صِفَــــاتِ اللّٰهْ
Basîr Ol'dur hakîkatde ki hep eşyâya nâzırdır
Velî gözden münezzehdir Basardır min Sıfâtillah
Basîr = Görücü O'dur ki gerçekte her şeyi kontrol altına alıp bakar. Lâkin göz gibi alet, edevat'tan münezzehtir. Basar yani görmek, Allah'ın sıfatlarındandır.
سَمِيعْ اُولْدُرْ اِيشِيدِرْ هَرْ اٰوَازِى سِـرّاِيلَه جَهْرِى
مُنَزَّهْـدِرْ قُولاَقْدَنْ اُولْ صِفَتْـدِرْ اَنْدَه سَـمْـعُ اللّٰهْ
Semîi' Ol'dur işidir her âvâzı sır ile cehrî
Münezzehdir kulaktan Ol sıfattır A'nda Sem'ullah
Semîi' = işitici O'dur, ki gizli ve aşikar her avazı işitir. Kulaktan münezzehtir, ancak Semi' = işitmek Allah Teâlâ'nın sıfatıdır.
مُـتَكَـلِّـمْـــدِرْ اُولْ اَمَّــــا بَرِيـــدِرْ دِلْـــدَنْ اٰغِـــــزْدَنْ
حُرُوفُ و لَفْظُ صَوْتِيلَه دَكِلْ وَصْفِ كَلاَمُ اللّٰهْ
Mütekellimdir Ol ammâ berîdir dilden ağızdan
Hurûf-u lafzu savt ile değil vasf-ı Kelâmullah
Allah Teâlâ, Mütekellim = Konuşucu'dur. Amma dil ve ağızdan beridir. Kelâmullah = Allah'ın konuşma sıfatı, ses, harf ve lafızla değildir.
ثُبُوتِيَّه صِفَاتِـى كِيمْ نَه عَيْنِيدِرْ نَه غَيْرِيدِرْ
قَدِيمُ دَائِمُ و ذَاتِيـلَه قَائِمْـدِرْ صِفَـــــاتُ اللّٰهْ
Subûtiyye sıfâtı kim ne aynıdır ne ğayridir
Kadîmu dâim-u Zât'ıyla kâimdir Sıfâtullah
Allah Teâlâ'nın subûtiye sıfatları, ne Kendisi ne de başkasıdır; ezelîdir, dâimîdir, Zâtı'yla kâimdir.
حَقِّكْ مُكَرَّمْ عِبَادِيدِرْ مَلَكْلَرْ يَرْدَه گُوكْلَرْدَه
عَوَامِنْــدَنْ عَوَامِ نَــــاسِـى اَفْضَلْ اَيْلَـمِشْ اَللّٰهْ
Hakk'ın mükerrem ibâdıdır melekler yerde göklerde
Avâmından avâm-ı nâsı efdal eylemiş Allah
Yerde ve göklerde melekler, Hakk Teâlâ Hazretleri'nin şerefli kullarıdır. Allah Teâlâ, insanlardan avam mü'minleri, meleklerin avâmından üstün kılmıştır.
يَمَكْ اِچْمَكْ هَمْ اَرْكَكْلِيكْ دِيشِيلِكْ يُوقْدُرْ اَنْلـَرْدَه
حَـقَّه هِيـچْ عَاصِـى اُولْمَزْلَرْ مُطِيعْـــدِرْلَرْ لِاَمْــــرِ اللّٰهْ
Yemek içmek hem erkeklik dişilik yokdur anlarda
Hakka hiç âsi olmazlar muti'dirler li Emrillah
Meleklerde, yemek, içmek, erkeklik ve dişilik yoktur. Allah Teâlâ'nın emrlerine tabiî olarak boyun eğerler. Aslâ Cenâb-ı Hakk'a âsî olmazlar.
وَجَبـْرَائِيلُ و مِيكَائِيــلُ واِسْرَافِيـلُ و عَزْرَائِيـــلُ
مُقَرَّبْدِرْ پَـيَمْـبَرْدِرْ بُو دُورْدِى هَـپْ اَمِينُ اللّٰهْ
Ve Cebrâil-u Mikâil-u İsrâfil-u Azrâil
Mukarrebdir peyamberdir = peygamberdir bu dördü hep Emînullah
Cebrâil, Mîkâil, İsrâfil ve Azrâil, Allah'a en yakın elçilerdir. Bu dördü Allah Teâlâ'nın emin kullarıdırlar.
حَقِّكْ يُوزْدُرتْ كِتَابِى كِيمْ نَبِـيلَرْ اُزْرَه اِينْمِشْدِرْ
كِتَـابْـدِرْ اٰنْلَـرِكْ دُرْدِى صُـحُـفْ يُوزِى كَــلاَمُ اللّٰهْ
Hakkın yüz dört kitâbı kim nebîler üzre inmişdir
Kitabdır anların dördü suhuf yüzü Kelâmullah
Allah Teâlâ tarafından, nebîler üzerine yüz dört kitab inmiştir. Dördüne kitab, yüzüne suhuf denilir. Hepsi Allah Teâlâ'nın kelâmıdır.
زَبُـــورِى وِيـــرْدِى دَاوُدَه دَخِـى تَـــــوْرَاتِــى مُــوسَـــايَــه
وَ هَمْ اِنْجِـيـلِ عِيسَايَـه گَـتُــورْمِــشْ جَـبْـرَائِـيـــلْ بِـاللّٰهْ
Zebûr'u verdi Dâvûd'a dahi Tevrât'ı Mûsâ'ya
Ve hem İncîl'i Îsâ'ya getirmiş Cebrâil Billah
Allah Teâlâ, dört kitabdan Zebûr'u Dâvûd'a, Tevrat'ı Mûsâ'ya, İncil'i Îsâ'ya vermiştir. Cebrâil, Allah Teâlâ'
nın emriyle bunları onlara getirmiştir.
حَــبِـيـبُ اللّٰهَه قُـرْاٰنِ گَـتُـورْدِى حَــاجَـتْ اُولْـدُقْــچَـــه
يِكِرْمِى اُوچْ يِيلْ اِيچْرَه جُمْلَه قَطْع اُولْدِى اُو وَحْىُ اللّٰهْ
Habîbullah'a Kur'ân'ı getirdi hâcet oldukça
Yirmi üç yıl içre cümle kati' oldu o Vahyullah
Cebrâil, yirmi üç yıl, ihtiyac oldukça Allah Teâlâ'dan vahiyle ayet ayet Kur'ân'ı Habîbullâh'a getirmiştir. Bundan sonra vahiy kesilmiştir.
دَخِى بَنْ اَنْبِيَا حَقِّنْـدَه بِيلْدِمْ عِصْمَتُ و فِطْنَتْ
نَظَافَتْ هَمْ اَمَـانَتْ صِدْق اِيلَه تَبْلِيغِ حُكْمُ اللّٰهْ
Dahi ben enbiyâ hakkında bildim ismet-u fıtnet
Nezâfet hem emânet sıdk ile teblîğ-i Hükmullah
Peygamberler, günahtan masum ve mahfuz, üstün akıl ve zeka sahibi, her türlü ayıblardan pak ve temiz, üstün, seçkin yaratılan insanlar olduklarına, Allah'ın buyruklarını kullarına tebliğ etmekte ve her hususta emin olduklarına, özlerinde ve sözlerinde doğru olduklarına ve Allah Teâlâ'nın hükümlerini olduğu gibi bildirdiklerine inandım.
قَذَرْلَه ذَنْبُ و حُمْقُ و كِذْبُ و كِتْمَانُ و خِيَانَتْلَه
مُـــنَـــزَّهْــــــدِرْ مُــبَــــــرَّادِرْ جَـــمِـيــعِ اَنْـبِـيـــَاءُ اللّٰهْ
Kazerle zenb-u humk-u kizb-u kitmân-u hıyânetle
Münezzehdir müberrâdır cemî’i Enbiyâullah
Bütün nebîler, çevrelerinin, ailerinin, muhitlerinin, örf ve âdetlerinin tesirinden, kir ve pislikten, ahmaklıktan, yalandan, hakkı, doğruyu gizlemek ve hıyanetten münezzehtirler; berîdirler.
نَبِيلَـرْ اِسْمِـنِى بِيلْمَكْ دِيدِيلَرْ بَعْضِلَرْ وَاجِبْ
يِكِرْمِى سَـكِزِينْ بِيلْدِيـــــرْدِى قُرْاٰنْدَه بِزَه اَللّٰهْ
Nebîler ismini bilmek dediler ba'zılar vâcib
Yirmi sekizin bildirdi Kur'an'da bize Allah
بِـرِى اٰدَمْ بِـرِى اِدْرِيــسُ و نُـوحْ هُـودْ اِيلَه صَــالِــحْ
هَمْ اِبْرَاهِـيـمُ و اِسْحٰـقْ اِيلَه اِسْمَـاعِـيــلْ ذَبِيـحُ اللّٰهْ
Biri Âdem biri İdris-u Nuh Hûd ile Sâlih
Hem İbrâhîm-u İshâk ile İsmâil Zebîhullah
دَخِى يَعْقُوبْ اِيلَه يُوسُفْ شُعَيْبُ و لُوطْ اِيلَه يَحْيَى
زَكَــــرِيـَّا اِيلَـه هٰـــرُونْ اَخِــى مُـوسَـى كَـلِـيـــــمُ اللّٰهْ
Dahi Ya'kûb ile Yûsuf Şuayb-u Lût ile Yahyâ
Zekeriyyâ ile Hârûn ahi Mûsâ Kelîmullah
وَدَاوُدُ و سُــلَــيْــمَـانُ و دَخِــى اِلْــيَــاسُ و اَيُّــوبْــــدُرْ
بِـرِيـــدَه اَلْـيَـسَـــعْ دِرْ دَخِـى عِـيــسَـى دِرْ اُو رُوحُ اللّٰهْ
Ve Dâvûd-u Süleymân-u dahi İlyâs-u Eyyûbdur
Biri de Elyasa'dır dahi Îsâ'dır o Rûhullah
بِـرِيـنِـكْ اِسْــمِى ذُوالْـكِفْـلُ و بِرِى يُونُسْ نَبِى دِرْ هَمْ
ـتـَامِــــى اُولْ حَــبِـيبِ حَـــقْ مُـحَـمَّـدْدِرْ رَسُــولُ اللّٰهْ
Birinin ismi Zülkifl-u biri Yûnus nebîdir hem
Hitâmı Ol Habîb-i Hakk Muhammed'dir Rasûlullah
Bazı âlimler, Kur'ân-ı Hakîm'in bildirdiği yirmi sekiz enbiyânın isimlerini bilmenin vacib olduğunu söylediler. Bunların isimleri şöyledir: Âdem, İdris, Nuh, Hûd, Sâlih, İbrahim, İshak, Allah yolunda boğazlanmayı cân-ı gönülden kabul eden İsmâil, Ya'kûb, Yûsuf, Şuayb, Lût, Yahyâ, Zekeriyyâ, Mûsâ kelîmullah ve kardeşi olan Hârun, Dâvûd, Süleyman, İlyas, Eyyub, Elyasa', Ruhullah olan Îsâ, Zülkifl, Yûnus ve bunların sonuncusu Allah'ın sevmiş olduğu Muhammed Rasûlullahtır, sallallâhu aleyhim ve sellem.
عُزَيرُ لُقْمَنُ و ذُوالْقَرْنَينْ اُوچِنْدَه اِخْتِلاَفْ اُولْدِى
كِه بَـعْـضِ اَنْبِـيَادِرْ دِيرْ وَ بَعْــضِ دِيـرْ وَلِــــىُّ اللّٰهْ
Üzeyru Lokman-u Zülkarneyn üçünde ihtilaf oldu
Ki ba'zı enbiyâdır der ve ba'zı der Veliyyullah
Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn'de ihtilaf edildi. Bazıları bunların enbiyâ olduklarını, diğer bazısı Allah'ın dostları yani velî olduklarını söylediler.
جَـــمِــيــعِ اَنْــبِــيــَانِـــكْ اَوَّلِــيـــدِرْ حَــضْـــرَتِ اٰدَمْ
قَمُـودَنْ اَفْـضَـلُ و اٰخِـرْ مُـحَـمَّـدْدِرْ حَـبِـيـبُ اللّٰهْ
Cemî’i enbiyânın evvelidir Hazreti Âdem
Kamûdan efdal-u âhir Muhammed'dir Habîbullah
Bütün enbiyânın ilki Hazreti Âdem; sonuncusu Habîbullah Muhammed'dir ve hepsinden üstündür.
اِيكِيسِـنِكْ اٰرَه سِـنْــدَه قَتِى چُوقْ اَنْبِيـــَا گَــلْدِى
حِسـَابِنْ كِمْسَه لَرْ بِيلْمَزْ بِيلُورْ اٰنِى هَمَانْ اَللّٰهْ
İkisinin arasında katî çok enbiyâ geldi
Hisâbın kimseler bilmez bilir anı hemen Allah
İkisi arasında, birçok enbiyâ gelip geçmiştir. Onların hesabını Allah'tan başka kimse bilmez.
رِسَالاَتْ رُسُلْ مَوْتِيلَـه بَـاطِلْ اُولْمَزْ اُولْ قَطْعَـا
وَ اَفْـضَلْدِرْ مَلَكْلَـرْ جُمْلَـه سِـنْـــدَنْ اَنْبِيَاءُ اللّٰهْ
Risâlât rusul mevtiyle bâtıl olmaz ol kat'â
Ve efdaldir melekler cümlesinden Enbiyâullah
Rasullerin ölümleriyle, risâletleri aslâ bâtıl olmaz. Peygamberler, büyük meleklerden daha büyüktürler.
بِزِمْ پَـيْغَمْـبَرِكْ اَحْكَــــامِـى شَـرْعِى اُويْــلَه بَاقِيـــدِرْ
كِه اَهْلِ مَحْشَــرِى بُو شَرْعِـلَه فَصْل اِيدَه جَـكْ اَللّٰهْ
Bizim Peygamber'in ahkâmî şer'î öyle bâkîdir
Ki ehli mahşerî bu şeri'le fasledecek Allah
Bizim Peygamberimiz'in getirmiş olduğu şeriatin hükümleri bâkîdir. Nitekim mahşerde de Allah Teâlâ bu şeriatle mahluku arasında hükmedecektir.
وَ مِعْـــرَاجِ نَبِى حَــقْــدِرْ اَكَا شَـخْصِيلَه مُـخْـتَصْـــدِرْ
چِيقُوبْ فَوْقَ اْلعُلاَيَه حَقِّى گُورْمِشْدِرْ حَبـِيـبُ اللّٰهْ
Ve mi'râc-ı Nebî hakdır Ana şahsıyla muhtasdır
Çıkıb fevk-al-ulâya Hakk'ı görmüşdür Habîbullah
جِهَــــانْ جُـمْــلَه انْوَاعِـيـلَه وَ اَجْـزَاءُ صِـفَــــاتِيلَه
هَمْ اَفْعَالِ عِبَادِكْ خَيْـرُ و شَرِّى جُمْلَ خَلْـقُ اللّٰهْ
Cihan cümle–nvâîle ve eczâu sıfâtıyla
Hem ef'âli ibâdın hayr-u şerri cümle Halkullah
Madde ve mana = mülk ve melekut âleminde ne varsa, tek tek ve cins, nevi' ve özel vasıflarıyla toplu olarak; aynı zamanda kulların yapageldikleri hayr ve şerlerin hepsi Allah Teâlâ'nın yaratmasındandır.
اٰنِكْ عِلْـمُ و مُرَادُ و خَلْقُ و تَقْدِيرِيلَه حَـــادِثْـدِرْ
كِه يُوقْدُرْ خَالِقُ و بَارِى اِيكِى عَالَمْدَه غَيْرُ اللّٰهْ
A'nın ilm-u murâd-u halk-u takdîriyle hâdisdir
Ki yokdur hâlık-u bârî iki âlemde ğayrullah
Mahluk, O'nun ilmiyle, iradesiyle, yaratmasıyla, hüküm ve kudretiyle yoktan var olurlar. Madde ve manada, dünya ve ahirette, Allah Teâlâ'dan başka yaratıcı = var edici, yaşatıcı yoktur. Şu kadar ki kulun cüz'î de olsa iradesi vardır.
عِـبَـادِكْ اِخْـتِيـَارِى وَارْدِرْ اَفْعَـــالِـنْــدَه جُــزْئِـيــجَــه
اُولْ اَفْعَالْ اُوزْرَه بُولْمِشْلَرْ ثَوَابْ هَمْ عِقَابُ اللّٰهْ
İbâdın ihtiyârı vardır ef'âlinde cüz'îce
Ol ef'âl üzre bulmuşlar sevâb hem İkâbullah
Kulda, akıl ve aklı kullanmaktan ibaret yapabilme gücü, –cüz'î de olsa– iradesi vardır. Bunun için kullar, yaptıklarından dolayı sevab veyahud da azaba müstehak olurlar.
اُولْ اَفْعَالِكْ جُمَيْلِيدِرْ حَقِّكْ حُبُّ و رِضَاسِيلَه
قَبِـيحِنْـدَه بُولُنْمَـازْ نَه مَحَـبَّـتْ نَه رِضَــــاءُ اللّٰهْ
Ol ef'âlin cümeylîdir Hakk'ın hubb-u rıdâsıyla
Kabîhinde bulunmaz ne mehabbet ne Rıdâullah
Kulun iradesiyle meydana gelen fiilinin güzelinde, Allah Teâlâ'nın sevgi ve rızası vardır. Çirkininde ise, ne sevgisi ne de rızası vardır.
ثَوَابْ اَفْضَالِدِرْ حَقِّكْ وَ عَدْلِيـدِرْ عِقــــَابْ اٰنِــكْ
وُجُوبْ اِيجـَابْسِزْ حَقَّه بِى اِسْتِحْقَـاقْ عَبْدُ اللّٰهْ
Sevâb efdalidir Hakk'ın ve adlidir ikab Â'nın
Vücûb îcabsız Hakk'a bî istihkak abdullah
Allah Teâlâ üzerine hiçbir hak gerekli olmaksızın kuluna sevab vermesi, fazl-u keremidir. Kulu da hiçbir azaba müstehak olmaksızın, Allah Teâlâ'nın onu cezalandırması adaletidir.
مُقَارِنْدِرْ بُو فِعْلَه اِسْتِطَاعَتْ كِيمْ اُو قُدْرَتْــدِرْ
بُولُنْسَه اِسْتِطَاعَتْ اُولُنُورْ تَكْلِيفْ شَرْعُ اللّٰهْ
Mukârindir bu fi'le istitâat kim o kudretdir
Bulunsa istitâat olunur teklif Şer'ullah
İstitâat = kuvve-i meysere = bilfiil yapabilmeye karar vermek, kulun işlediği işle beraberdir. İstitâat = kuvve-i meysere kulda olduğu müddetçe, Allah Teâlâ'nın şeriatini tatbik etmeye mükelleftir.
كِه عَبْـدِكْ كَنْدِى وُسْعِنْدَه نَه كِمْ اُولْمَازْ اَنِى اَصْلاَ
اَكَا دِينْ اِيچْرَه تَكْلِيفْ اِيتْمَمِشْـدِرْ اُولْ حَلِيـمُ اللّٰهْ
Ki abdin kendi vus'ında ne kim olmaz anı aslâ
Ana din içre teklif etmemişdir Ol Halîmullah
Kulun yapabilme veya terkedebilme gücü, bilfiil istenilen işi yapmasına ciddî karar vermesi olmadığı yerlerde Allah Teâlâ, kulunun aleyhinde bir şey yaratsa, kulunu sorumlu tutmaz.
حَرَامْ اَرْزَاقْـدِرْ هَـرْكَـــسْ يَرْ اِيچَرْ كَنْــــدِى رِزْقِنْ هَپْ
وَ كِمْسَه كِمْسَه نِكْ رِزْقِن اَلُوبْ اَكِلْ اِيدَه مَـزْ وَاللّٰهْ
Haram erzakdır herkes yer içer kendi rızkın hep
Ve kimse kimsenin rızkın alıb ekil edemez Vallah
İnsanın üzerinde yırtılan elbise, barındıran zaman ve mekan ve boğazından geçen, helal olsun haram olsun, rızktır. Herkes kendi rızkını yer içer. Hiçbir kimse diğerinin rızkını alıp yiyemez Vallâhi.
اَجَـــلْ وَقْـتِـنْـــدَه مَيِّـتْــدِرْ اُو مَـقْـتُـولْ اَجَــلْ بِــــرْدِرْ
وَ حَـالِ يَـأْسِـكْ اِيمَـانِـى دَكِـلْ مَقْـبُـولْ عِـنْـدَ اللّٰهْ
Ecel vaktinde meyyitdir o maktûl ecel birdir
Ve hâl-i ye'sin îmânı değil makbûl İndallah
Öldürülen, ecelinin vaktinde ölmüştür. Ve ecel birdir. Ümidsizlik halinde iman etmek, Allah nezdinde makbul değildir.
هَيُولَى يُوقْدُرْ اَذْهَانْ اِيچْرَه بِرْ جُزْء اُولْدِيغِى حَقْدِرْ
كِه اُولْ وَصْــفِ تَجَـزِّيدَنْ بَـرِيدِرْ دِيرْ بُو اَهْلُ اللّٰهْ
Heyûlâ yokdur ezhan içre bir cüzi' olduğu haktır
Ki ol vasf-ı tecezzîden berîdir der bu Ehlullah
Heyûlâ ezelî değildir. Ancak, cevherler = elektron, nötron, proton gibi aslî cüzler vardır. Ehli Sünnet vel'Cemaat dediler ki: Kâbil-i taksim olmayan cüzlerden dahi Allah Teâlâ münezzehtir.
قَبِـرْدَه مَيِّـتَه مُـنْكَـــرْ نَـكِيــرْ دُرتْ شَـىْ سُؤَالْ اَيْـلَـــرْ
كِه رَبِّكْ كِمْ نَبِيكْ كِمْ نَه دِرْ دِينِكْ وَ قِبْلَه كْ گَاهْ
Kabirde meyyite Münker Nekir dört şey sual eyler
Ki rabb'in kim nebin kim nedir dînin ve kıblengah
Ölene kabirde Nekir ve Münker adlı melekler gelip dört şey sorarlar: Rabb'in kim, peygamber'in kim, dînin nedir, kıblen neresi?.
جَوَابِنْ وِيرَه نِكْ جَانِى اِيلَه جِسْمِى ذَوْق اِيدَرْ اٰنْدَه
شَاشُـوبْ كُفـَّارُ و عَاصِيلَرْ چَـكَرْ اٰنْدَه عَـــذَابُ اللّٰهْ
Cevabın verenin canı ile cismi zevk eder anda
Şaşıb küffâr-u âsiler çeker anda Azâbullah
Cevabını veren, ruh ve cismiyle zevki tadar. Kafir ve âsîler şaşırırlar ve Allah'ın azabını çekerler.
بُو دُنْيَايَه گَلاَنْ گِيدَرْكِه قَالْمَزْ جَانْلِى هِيچْ كِمْسَه
دَخِــــــى يَوْمِ قِـيـَامَـتْــــدَه اِيـدَرْ اَمْـوَاتِـى بَـعْــــث اَللّٰهْ
Bu dünyaya gelen gider ki kalmaz canlı hiç kimse
Dahi yevmi kıyâmetde eder emvâti ba's Allah
Bu dünyaya gelen bütün canlılar, ölürler; canlı kalmaz, kıyamette dahi Allah Teâlâ ölenleri, beden ve ruhla haşre gönderecektir.
وِيـــــرِرْلَـرْ دَفْـتَـرِ اَعْمـَالِـنِـى هَـرْ اٰدَمِــــــكْ اٰنْــدَه
كِمِىنِكْ صَاغْ اَلِينَه كِيمِنَه صُولْدَنْ مَعَاذَ اللّٰهْ
Verirler defter-i a'mâlini her adamın anda
Kiminin sağ eline kimine soldan maâzallah
Her adamın, ameli içinde bulunan defterleri, kimine sağdan, –Allah korusun– kimisine de soldan, kimisine de arka solundan verirler.
كِتَابِـيلَه حِسَابِى وَارْ خُدَانِكْ رُوزِ مَحْشَـرْدَه
صُورَارْلَرْ هَرْكَسِكْ اَفْعَالُ و اَقْوَالِنْ بِاَمْرِ اللّٰهْ
Kitâbıyla hisâbı var Hudâ'nın rûz-i mahşerde
Sorarlar herkesin ef'âl-u akvâlin Biemrillah
Kıyamet gününde Allah Teâlâ'nın hükmü, hesabı vardır. Allah Teâlâ'nın emriyle melekler, dünyada herkesin işlediği işini, söylediği sözünü tesbit edip ahirette sorarlar.
كَبـَائِرْلَه صَغَائِرْ اَهْلِنَه اُولْ گُونْ شَفَاعَتْلَرْ
اِيـدَرْلَرْ اَنْبِــيـَا وُ اَهْلِ عِـلْمُ و اَوْلِيَـــاءُ اللّٰهْ
Kebâirle sağâir ehline ol gün şefâatler
Ederler enbiyâ-u ehli ilm-u Evliyâullah
Kıyamet gününde, büyük ve küçük günah işleyenlere, enbiya, ulemâ ve Allah'ın dostları şefaat ederler.
عَمَلْلَرْ وَزنْ اُولُنْدُقْدَه صِرَاطِى گَچْمَمِزْ حَقْـدِرْ
وَكَوْثَـــرْلَه سَــكِـزْ جَـنَّتْ وِيـــرِرْ مُـؤْمِنْــلَرَه اَللّهْ
Ameller vezn olundukda Sırâtı geçmemiz hakdır
Ve Kevserle sekiz cennet verir Mü'minlere Allah
Ameller terazide tartıldıktan sonra, Sırat Köprüsünden geçmemiz haktır. Allah Teâlâ mü'minlere Havz-ı Kevser ve sekiz cenneti vermiştir.
گِرِيجَكْ جَنَّتَه مُؤْمِنْلَرْ اٰنْدَه چُوقْ بُولُوبْ نِعْمَتْ
گُورُرْلَرْ شُـبْهَه سِزْ اٰنْدَه نِتَه لِكْـسِزْ جَمَــــالُ اللّٰهْ
Girecek cennete Mü'minler anda çok bulub ni'met
Görürler şübhesiz anda niteliksiz Cemâlullah
Miskâl-i zerre imanı olan mü'minler, er geç cennete girecekler; onda nice nimetler bulacaklar. Şübhesiz mü'minler Allah Teâlâ'nın Cemâli'ni niteliksiz = karşılık olmaksızın göreceklerdir.
وَ جَنَّتْلَه جَهَنَّمْ شِمْدِى وَارْ اَهْلِيـلَه بَاقِيدِرْ
جَهَـنَّمْ يَدِيدِرْ اَهْــلِنْ يَقَارْ دَائِمْ اُو نَـــارُ اللّٰهْ
Ve cennetle cehennem şimdi var ehliyle bâkîdir
Cehennem yedidir ehlin yakar dâim o Nârullah
Cennet ve cehennem şimdi de vardır; ehliyle ebedîdirler. Cehennem yedi kattır. Allah'ın ateşi onda, cehennemlikleri ebediyen yakar.
قَضَا اِيلَه گَلُورْ هَرْ خَيْرُ و شَرْ تَكْرِى جَنَابِنْدَنْ
بُولُـورْ خَيِـرْ اَهْلِنْ دَائِمْ اُولُورْ شَــرْ اَهْلِنَه هَمْرَاهْ
Kazâ ile gelir her hayr-u şer Tanrı Cenâbı’ndan
Bulur hayr ehlin dâim olur şer ehline hemrah
Kulun lehinde olan nimet ve hayrlar, aleyhinde olan bela ve şerler, Esmâi-l-Hüsnâsı ve sıfatlarıyla Rubûbiyet ve Ulûhiyeti Zâtı'nda birleştiren ma'bûdun = tanrının hüküm ve takdiriyle meydana gelir. Vakti geldikçe, hayrlılara hayrlı sebeb, şerlilere şerli sebebler, yol gösteren yoldaş olur.
وَ پَيْغَمْبَرْ نَه كِيمْ اَشْرَاطِ سَاعَتْدَنْ خَبَرْ وِيرْمِشْ
اِينَانْدِمْ جُمْلَه سِينْ اِظْهَارْ اِيدَرْ وَقْتِنْدَه هَمْ اَللّٰهْ
Ve Peygamber ne kim eşrât-ı sâatden haber vermiş
İnandım cümlesin izhar eder vaktinde hem Allah
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, istikbalde kıyametin alâmetlerinden her ne haber vermişse, cümlesine inandım. Vakti geldikçe Allah Teâlâ onları izhar eder.
چِيـقَارْ يَرْ دَابَّه سِى دَجَّالُ و يَأْجُـوجْ اِيلَه مَأْجُــــوجِى
طُوغَارْ گُونْ مَغْرِبْدَنْ چُونْ اِينَرْ گُوكْدَنْ اُو رُوحُ اللّٰهْ
Çıkar Yer Dâbbesi Deccâl-u Ye'cûc ile Me'cûc
Doğar gün mağribden çün iner gökden o Rûhullah
İlerde Dâbbet-ul-arz = Sâlih Peygamber'in devesinin yavrusunu, Deccal'i, Ye'cûc, Me'cûc'u, çıkaracaktır = üzerlerine gerilen perdeyi kaldıracaktır. Bir de ne bakarsın, Rûhullah olan Îsâ aleyhisselâm da gökten inecek ve mağribden de güneş çıkmıştır.
كَبِـيـرَه مُؤْمِنِـى اِيمَـانْدَنْ اِخْــــرَاجْ اَيْـلَمَــــزْ دَخِى
نَه كُفْرَه دَاخِلُ ونَه طَاعَتِنْ خَبْط اِيدَه عِنْدَ اللّٰهْ
Kebîre Mü'mini îmandan ihrâc eylemez dahi
Ne küfre dâhil ve ne tâatin habt ede İndallah
Büyük günahı irtikab = hükmünü inkar etmeksizin işlemek, mü'mini imanından çıkarmaz; onu küfre sokmaz. Ve irtikâbı sebebiyle Allah Teâlâ günahkârın taatini düşürmez.
اُو عِصْيَـانْ اَيْلَمَزْ اٰنِـى مُـخَلَّـدْ هَـمْ جَـهَـنَّـمْـدَه
مَـكَـرْكِـه اِعْـتِـقَـــادْ اِيـدَه حَلاَلْ اٰنِى مَعَاذَ اللّٰهْ
O isyan eylemez anı muhalled hem cehennemde
Meğer ki i'tikâd ede helal anı maâzAllah
İşlediği o büyük günah, mü'mini cehennemde ebedî bırakmaz. Ancak kat'î delille haram olanı, helal saymak; yahud kat'î olan helali haram saymak, –Allah korusun– küfre sokar.
خُدَا عَفْو اَيْلَمَزْ شِـرْكِى وَ اِلاَّ اٰنْدَنْ اَدْنَـــايِى
دِيلَدِيكِى قُولِنْدَنْ هَرْ گُنَاهِى عَفْو اِيدَرْ اَللّٰهْ
Hudâ afveylemez şirki ve illâ andan ednâyı
Dilediği kulundan her günahı afveder Allah
Hudâ Teâlâ, küfür ve şirki aslâ afuv etmez, amma ondan aşağı dilediği kulunun günahını afuv eder.
كَبَائِرْدَنْ قَچَنْ جَائِزْ عِقَابْ اُولْمَقْ صَغَائِرْلهَ
وَبِى تَوْبَه گِيدَنْ جـَائِزْ كَبَائِرْدَنْ گَـچَه اَللّٰهْ
Kebâirden kaçan câiz ikab olmak sağâirle
Ve bîtevbe giden câiz kebâirden geçe Allah
Allah Teâlâ'nın, büyük günahtan kaçan kimseyi küçük günahla cezalandırması, aynı zamanda büyük günah işleyip tevbesiz öleni afuv etmesi mümkündür.
قَبُولْ اَيْلَرْ دُعَايِى حَقْ تَعَالَى كَنْدِى فَضْلِنْدَنْ
وَ حَاجـَاتِى عِبَادِى هَمْ قَبُولْ اَيْلَرْ رَؤُوفْ اَللّٰهْ
Kabul eyler duâyı Hakk Teâlâ Kendi fazlından
Ve hâcet-i ibâdı hem kabul eyler Raûf Allah
Sonsuz esirgeyici ve merhamet sahibi olan Allah Teâlâ, kulunun yalvarışını fazlıyla kabul eyler. Kullarının ihtiyacını da yalvarışları sebebiyle fazl-u keremiyle giderir.
دَخِى اِيمَانْ اِيلَه اِسْلاَمْ اِيكِيسِـى شَىْءِ وَاحِدْدِرْ
جَنَابِ حَقْدَنْ اُولْ هَرْ نَه گَتُورْدِيسَه رَسُولُ اللّٰهْ
Dahi îman ile islam ikisi şey'i vâhiddir
Cenâb-ı Hakk'dan ol her ne getirdiyse Rasûlullah
Allah Teâlâ'ya, tasdikle gönül bağlayarak inanmak ve teslim olmak, yani iman ve islam birdir. Hâsılı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in Allah'tan bildirdiği din, iman ve islamdır.
قَمُوسِينْ دِيلْ اِيلَه تَقْرِيرُ و تَصْدِيقْ اَيْلَدِمْ بِالْقَلبْ
بِـــرِيـنَه يُوقْــدُرْ اِنْكـَـــارِمْ اِينَانْـدِمْ شُـبْـهَه سِزْ وَاللّٰهْ
Kamûsun dil ile takrîr-u tasdîk eyledim bilkalb
Birine yokdur inkârım inandım şübhesiz Vallah
Cümlesini ikrar ettim; kalbimle tasdik ettim. Hiçbirine inkarım yoktur. Ve hepsinin gerçekten Allah'tan geldiğine inandım, boynuma astım.
چُو دِينْ اَعْمَالِى اِيمَانْدَنْ مُحَقَّقْ بَشْـقَه خَارِجْدِرْ
پَسْ اِيـمَانْ اِزْدِيَادْ نَاقِصْ اُولْـــمَزْ حِفْظ اِيـدَه اَللّٰهْ
Çû din a'mâli îmandan muhakkak başka hâricdir
Pes îman izdiyad nâkıs olmaz hıfzede Allah
Her halukârda din ile amel, imandan haric bir şeydir. İş böyle olunca iman, zâtı itibariyle ziyade ve eksik olmaz. Allah Teâlâ onu asıl öz cevheriyle korur.
دِيمَمْكِه اِنْشـَاءَ اللّٰهْ مُؤْمِنِـمْ بَلْ مُؤْمِنِــمْ حَــــقَّا
بُو مَعْنَا اِيلَه اِيمَانْ كَسْبِى وَ مَخْلُوقْ دُرْ لِلّٰهْ
Demem ki İnşâallah Mü'minim bel Mü'minim hakkâ
Bu ma'nâ ile îman kesbî ve mahlûkdur Lillah
Bunun için, İnşâallah mü'minim demem. Bilakis hakîkaten mü'minim derim. Bu itibarla iman, kesbî ve Allah Teâlâ'nın mahlukudur.
وَ اَمَّا تَكْرِيـنِـكْ كَنْـدِى قُولِنَه مَــعْرِفَـتْ كُنْجِينْ
هِدَايَتْ قِيلْدِيغِى مَعْنَا اِيلَه وَهْبِى دِرْ اُولْ تَاللّٰهْ
Ve ammâ Tanrı'nın Kendi kuluna ma'rifet küncin
Hidâyet kıldığı ma'nâ ile vehbîdir ol Tallah
Fakat Tanrı Teâlâ'nın, Kendi fazl-u kereminden ma'rifet hazinesini hediye ettiğine itibarla iman, vehbî ve mücerred ihsan ve tevfîk olur.
وَ اِيمَــانِ مُقَـلِّدْ هَـــمْ صَحِيحْ اُولْـمِشْـدِرْ اَمَّا كِه
اُولْ اِسْتِدْلاَلْ عَقْلِى تَرْك اِيلَه اٰثِمْ اُولُورْ بِــاللّٰهْ
Ve îmân-ı mukallid hem sahîh olmuşdur ammâ ki
Ol istidlâl aklı terk ile âsim olur Billah
Allah ve O'nun Rasûlü'ne, delilsiz ve başkasına uyarak inanan kimsenin imanı sahihtir. Fakat taklidci, aklî delilleri araştırmayı terk etmekle, Allah Teâlâ'ya karşı günahkâr olur.
كَـرَامـَاتِ وَلِـى حَقْــدِرْ نَبِـيـــسِى مُعْجِـزَاتِـيــدِرْ
كَسَرْ اٰزْ مُدَّتْ اِيچْرَه چُوقْ مَسَافَه اَوْلِيَاءُ اللّٰهْ
Kerâmât-ı velî hakdır nebîsi mu'cizâtîdir
Keser az müddet içre çok mesafe Evliyâullah
Allah Teâlâ'nın sevdiği kulunun kerametleri haktır. Ve onun kerâmetleri nebîsinin mucizeleridir. Az bir müddette çok mesafeyi evliyaullah geçer.
بُولُورْلَرْ وَقْتِ حَاجَتْدَه طَعَامِ هَمْ لِبَاسْ اٰنْلَرْ
بَهـَائِـمْ هَمْ جَمـَادَاتِيـلَه سُويْلَرْلَرْ بِاِذْنِ اللّٰهْ
Bulurlar vakt-i hâcetde taâmı hem libâs anlar
Behâim hem cemâdâtıyla söylerler Biiznillah
İhtiyac oldukça onlar, yiyecek ve giyecekleri bulurlar. Hayvanlarla, cansız varlıklarla Allah Teâlâ'nın izniyle konuşurlar.
گَهِى صُو اُوزَرِنْدَه مَشِى اِيدَرْلَرْ وَجْدِ حَالَتْلَه
هَوَادَه هَمْ اُوچَارْلَرْ خَرْق اِيدَرْ عـَــادَاتِنِى اَللّٰهْ
Gehi su üzerinde meşî ederler vecd-i hâletle
Havada hem uçarlar hark eder âdâtını Allah
Bazan vecd-u hâletle, su üzerinde yürürler. Havada uçarlar. Allah Teâlâ tabiî kanunları onlara deler, ibtal eder.
اِيرِشْـمَزْ بِرْ وَلِى هِيچْ بِرْ نَبِـينِكْ رُتْبَه سِـنَه هَمْ
اَكَا اِيرْمَزْ كِه اٰنْدَنْ سَاقِطْ اُولَـه اَمْرُ و نَهْىُ اللّٰهْ
Erişmez bir velî hiçbir nebînin rütbesine hem
Ana ermez ki andan sâkıt ola emr-u Nehyullah
Her halukârda hiçbir velî, hiçbir nebînin mertebesine ulaşamaz. Ondan Allah'ın emr ve yasakları düşecek bir mertebeye de ulaşamaz.
وَ اَفْـضَلْ اَوْلِيَا صِــدِّيـقِ اَكْـــبَرْ بَـعْـــدَهُ فَـــارُوقْ
وَذِى النُّورَيْنْ دَنْصُكْــرَه عَلِى دِرْ اُولْ وَلِىُّ اللّٰهْ
Ve efdal evliyâ Sıddîk-ı Ekber ba'dehu Fâruk
Ve Zinnûreyn'den sonra Alî'dir ol Velîyullah
Ve evliyânın en üstünü, Sıddîk-i Ekber Hazreti Ebû Bekr'dir. Sonra Hazreti Ömer-ul-Fâruk'tur. Sonra iki nur sahibi Hazreti Osman'dır. Sonra Allah'ın dostu Hazreti Ali'dir.
بُو دُرْدِى هَمْ خِلاَفَتْدَه بُو تَرْتِيبْ اُوزْرَه قَائِمْدِر
بُو چَارِ يَارْ دَنْصُـــكْرَه هَمْ اَفْـضَــلْ اَوْلِيـَـــاءُ اللّٰهْ
Bu dördü hem hilâfetde bu tertib üzre kâimdir
Bu çâr-ı yârdan sonra hem efdal Evliyâullah
Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali radıyallahu Teâlâ anhum, en üstün evliyadırlar. Hilafetleri de bu tertib = sıralama üzeredir. Bu çâr yâr-ı güzin'den sonra, sair ashab-ı kiramın kendilerinden sonraki evliyadan daha üstün olmalarına inanmak da temel i'tikadlardan biridir. Yani en üstündürler diye hüküm etmek vacibdir.
قَالاَنْ اَصْحَابْدِرْ كِه جُمْلَه سِنِكْ ذِكْرِى خَيْر اُولْسُونْ
جَـمِيعِ اٰلُ و اَصْـحـَابِى كِـرَامِــى سَـوْمِـيـشَــــمْ بِاللّٰهْ
Kalan ashabdır ki cümlesinin zikri hayrolsun
Cemî’i âl-u ashâb-ı kirâmı sevmişem Billah
Dört halîfeden sonra kalan ashâb-ı kiramın cümlesinin zikri hayr olsun. Hâsılı, bütün ehli beytini ve ashâb-ı kirâmı Allah için severim.
عَـشَــرَۀِ مُـبَـشَّـرَه وَ فَـاطِـمَـه حَـسَـنْ حُـسَـيـنْ
بُـو اُمَّـتْـدَنْ بُولاَرَه جَـنَّـتِـيـلَـه نَـشْــهَـدُ بِـاللّٰهْ
Aşere-i mübeşşere ve Fâtıma Hasen Hüseyn
Bu ümmetden bulâra cennetile neşhedu Billah
Bu ümmetten cennetle müjdelenen ashabdan on nefer ve Fâtıma, Hasan, Hüseyn Hazerâtına cennet müjdesi verilmiştir. Biz dahi Allah için bunların cennetlik olduklarına şahadet ederiz.
وَ غَـيْرِى كِـمْـسَه يَه عَـيْـنِيــلَـه جَـنَّتْـلِكْ دِينِــلْمَـزْ كِه
اُو غَيْبَه حُكْم اُولُورْ غَيْبِى نَه بِيلْسُونْ كِمْسَه غَيْرُ اللّٰهْ
Ve ğayri kimseye aynıyla cennetlik denilmez ki
O ğayba hükmolur ğaybı ne bilsin kimse ğayrullah
Bunlardan başkalarına bitta'yîn = kesin hüküm üzere belirterek “filan cennetliktir, filan cehennemliktir.” denilmez. Zira böyle söylemek ğayba hükümdür. Ğayb-ı mutlakı Allah'tan başka kim bilebilir?
وَ اَصْحَابِ كِرَامِكْ جُمْلَه سِنْدَنْ صُكْرَه اُمَّتْدَنْ
جَمِيعِ تَابِعِينْ اُولْـمِـشْـدِرْ اَفْضَـلِ اَوْلِيـَـــاءُ اللّٰهْ
Ve ashâb-ı kirâmın cümlesinden sonra ümmetden
Cemî’i tâbiîn olmuşdur efdal-i Evliyâullah
Ashâb-ı kirâmdan sonra tâbiînlerin hepsi, sonradan gelen tüm evliyâdan daha üstündür.
اِمَامُ الْمُسْـلِمِيـنْ سُلْطَانْ مُسْـلِمْ حُرّ مُكَـلَّـفْ هَمْ
قُرَيْشِـى ظَـاهِرْ اُولاَلِى اِيـدُوبْ تَنْفِيـذِ حُكْمُ اللّٰهْ
İmâm-ul-Müslimîn sultan Müslim hür mükellef hem
Kureyşî zâhir olâlı edib tenfîz-i Hükmullah
Müslümanlara imam olacak sultan; müslim, hür, mükellef, Kureyşî ve açıkta olmalıdır ki, Allah'ın ahkâmını infaz etsin.
وَلِى هَاشِـمْلِى هَمْ مَعْصُومْ اُولْمَـقْ شَرطْ دَكِلْدِرْ كِيــمْ
اُو فِسْقُ وجَوْر اِيچُونْ هِيچْ مُنْعَزِلْ اُولْمَازْ بِشَرْعِ اللّٰهْ
Velî Hâşimli hem ma'sûm olmak şart değildir kim
O fısk-u cevr için hiç mün'azil olmaz Bişer'illah
Lakin Hâşimî ve masum olması şart değildir. Bîat edildiği zamanda takva sahibi olup sonra o, fısk ve cefa vermekle, Allah'ın şeriatiyle aslâ azlolunmaz.
وَ بَـرّ وُ فـَاجِــرَه اُويُـوبْ نَـمَـازِمْ قِـيلُـورَمْ بِـيـلَــه
هَـمْ اٰنْـلَـرِينْ جَـنـَازَه سِـى نَمَـازِيــــنْ قِـيلُـورَمْ لِلّٰهْ
Ve berr-u fâcire uyub namazım kılıram bile
Hem anların cenazesi namazın kılıram Lillah
Salihe de fâsıka da uyup namazımı kılarım. Salih olsun fâsık olsun, her müslümanın cenaze namazını Allah için kılarım.
اٰدِيكْ اُوزْرَه حَضَرْدَه هَمْ سَـفَـرْدَه مَسِـــحْ جَائِزْدِرْ
وَمُسْكِرْ اُولْمَيَانْ تَمْرُ و عِنَبْ صُويِى مُبَاحُ اللّٰهْ
Adîn üzre hazarda hem seferde mesih câizdir
Ve müskir olmayan temr-u ineb suyu Mübâhullah
Hazarda ve seferde deriden yapılmış mes üzerine meshetmek caizdir. Sekir vermeyen hurma ve üzümden çıkan meşrubatlar, Allah'ın helal ettiği şeylerdir.
تَـصَـدُّقْـلَـه دُعَــامِـزْدَنْ بُـولُـــورْ اَمْـوَاتِمِـــزْ نِـعْـــمَتْ
وَ فَضْلِ اَمْكِنَه اَشْخَاصُ و اَزْمَانْ حَقْدِرْ اَىْ وَاللّٰهْ
Tasaddukla duâmızdan bulur emvâtimiz ni'met
Ve fazl-ı emkine eşhâs-u ezmân hakdır ey Vallah
Sadaka ve dualarımızdan ölülerimiz nimet bulurlar. Bazı yerlerin, şahısların, zamanların üstünlüğü hak ve gerçektir.
بِـلِـنْـمَزْ مُشْرِكِينْ اَطْفَـالِـى جَنَّتْدَه مِى نَارْدَه مِـى
وَ كُـفَّـارَه كِـرَامـًا كَـاتِـبَـينْ وِيـرْمِـشْ كَرِيــمَ اللّٰهْ
Bilinmez müşrikîn etfâli cennette mi nârda mı
Ve küffâra kirâmen kâtibeyn vermiş Kerîm Allah
Müşriklerin erginlik çağına gelmezden önce ölen çocukları, cennette mi, ateşte mi bilinmez. Kerim olan Allah Teâlâ, kafirlere bile amelleri tesbit eden melekleri tayin etmiştir.
نَه كِه مَعْدُومْدُرُرْ اُو شَىْ وَ مَرْئِى عَدْ اُولُنْمَازْ كِه
مُــكَـــوِّنْ كـَائِـنـَاتَـه بَــكْـزَمَــزْ شَـيْـدِرْ تَعـَــالَى اللّٰهْ
Ne ki ma'dûmdurur o şey ve mer'î ad olunmaz ki
Mükevvin kâinâta benzemez şeydir Teâlallah
Olmayan bir şey, yoktur ve görülmesi de yoktur, ismi de yok, bahsi de yoktur.
Tekvîn sıfatıyla kainatı yaratan Mükevvin Teâlâ, kainata benzemez bir şey'dir. = Var'dır.
اِصَـابـَتِ عَينْ جَـائِـزْدِرْ وَ سِـحْرِ انْسَـانَـه وَاقِـعْـدِرْ
بَـشَــرْ عَـقْـلِـنْــدَنْ اَفْـــضَـلْـدِرْ عُـلُـومِ اَنْـبِـيــَاءُ اللّٰهْ
İsâbet-i ayn câizdir ve sihir insana vâki'dir
Beşer aklından efdaldir ulûm-i Enbiyâullah
Nazar değmesi mümkündür. İnsana sihir yapmak vâki'dir. Enbiyâullah'ın ilimleri, tüm beşerin aklından üstündür.
دَلِيلَه مُـجْـتَهِــدْ اَوَّلْ بَــاقُــوبْ اَيْـلَـرْ اِصَـابَتْ حَـــقْ
وَ صُكْرَه مُحْكَمَه بَاقُوبْ خَطَاسِيـنْ عَفْو اِيدَرْ اَللّٰهْ
Delîle müctehid evvel bakıb eyler isâbet hak
Ve sonra muhkeme bakıb hatâsın afveder Allah
Müctehidin bir önceki delile bakarak hüküm etmesinden sonra, muhkem bir delili görüp yeniden hüküm etmesi halinde Allah Teâlâ önceki hatasını afuv eder.
وَ حَـــــقْ بِـرْدِرْ مُعَـيَّـنْـدِرْ وَقُـرْاٰنْ وَ حَــــــدِيـثْ اٰنْجَقْ
نَه مِقْدَارْ اُولْسَه مُمْكِنْ ظَاهِـرِنَه حَمْل اُولُورْ هَرْگَاهْ
Ve hak birdir muayyendir ve Kur'an ve hadîs ancak
Ne mikdar olsa mümkün zâhirine hamlolur hergah
Ve hak birdir; Allah nezdinde bellidir. Kur'an ve hadis lafızları, mümkün oldukça zâhirine hamlolunur daima.
بُو ظَاهِرْدَنْ اُولْ اَهْلِ بَاطِنِكْ دَعْـوَاسِى مَعْـنـَــايَه
عُدُولِ هَمْ نُصُوصِ رَدُّ و اِسْـتِـخْفَـافِ شَرْعُ اللّٰهْ
Bu zâhirden ol ehli bâtının da'vâsı ma'nâya
Udûli hem nusûs-i redd-u istihfâf-i Şer'ullah
Bâtınîlik iddiasına mebnî, Bâtınîlerin Kur'an ve hadis lafızlarını, bu zâhirî manasından başka bir manaya hamletmeleri, açık manasını reddetmeleri, Allah Teâlâ'nın şeriatini hafife almaları küfürdür, dinden yüz çevirmektir.
هَمْ اِسْتِحْلاَلِ ذَنْبُ و رَحْمَتِ حَقْدَنْ يَاْسِ هَمْدَه
عَذَابِـنْـدَنْ اَمِينْ اُولْمَـقْ بُو جُـمْـــلَ كُفُـرْدُرْ بِاللّٰهْ
Hem istihlâl-i zenb-u rahmet-i Hakk'dan ye'si hem de
Azâbından emîn olmak bu cümle küfürdür Billah
Aynı zamanda günah işlemeyi helal inanmak, Allah Teâlâ'nın rahmetinden ümid kesmek, yahud azabından emin olmak; bunların hepsi dinden çıkmaktır ve Allah Teâlâ'yı inkardır.
وَ لَفْطِ كُفْرِى طَوْعِيلَه وَ كَاهِنْ سُوزْلَرِينْ تَصْدِيقْ
كُــفُـرْدُرْ لٰـــكِـنْ اِنْــكـــَارِى يَـكِـيــدَنْ تَــوْبَـــدِرْ لِلّٰهْ
Ve lafz-ı küfrî tav'ile ve kâhin sözlerin tasdîk
Küfürdür lakin inkarı yeniden tevbedir Lillah
Böylece, ihtiyârî olarak inkara sirayet edecek söz sarfetmek, yahud kâhinlerin sözlerini tasdik etmek küfürdür. Bu küfürden dönüş, Allah'a yeni bir tevbeyledir.
خُــدَا اُوتُـوزْ ايـكِـى فَـرْضِـى عِبَـــادِنَـه بُـيُـورْمِـشْـــدِرْ
قَمُـوسِينْ فَـرْضْ بِـيلْـدِمْ بُـويْنِـمَه اٰلْـدِمْ بِـطَـوْعِ اللّٰهْ
Hudâ otuz iki farzı ibâdına buyurmuşdur
Kamûsun farz bildim boynuma aldım Bitav'illah
Allah Teâlâ, otuz iki farzı kullarına yüklemiştir. Hepsinin farz olduğuna inandım; ve Allah Teâlâ'ya boyun eğerek boynuma aldım.
شُرُوطِى بَشْدِرْ اِسْلاَمِكْ كِه تَوحِيدُ و صَلاَتُ و صَـــومْ
زَكـَاتُ و حَـجْ غَـنِـيلَرْ حَـقِّـنَـه بُو جُـمْلَه فَـرْضُ اللّٰهْ
Şurûtu beşdir İslâm'ın ki tevhîd-u salât-u savm
Zekat-u hac ğanîler hakkına bu cümle Farzullah
İslamın rükünleri, kelime-i Tevhid = «Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasûluhu», beş vakit namazı ta'dîl-i erkanla yerli yerinde kılmak, ramazan orucunu tutmak, zekatı müstehaklarına vermek, zenginlerin üzerinde istitâat = kuvve-i meysere şartıyla hacc olmak üzere beş rükündür.
نَمَازِكْ فَرْضِـى خَارِجْدَه اُولاَنْلَرْ اَلْتِى فَرْض اُولْمِـشْ
وَ اَرْكـَـــانِى اِيـچِـنْـدَه اُولْدِيلَرْ هَمْ اَلْـتِى فَــرْضُ اللّٰهْ
Namazın farzı hâricde olanlar altı farz olmuş
Ve erkânı içinde oldular hem altı Farzullah
طِيشِنْدَه كِى طَهَارَتْ سَتْرِ عَوْرَتْ وَقْتِى بِيـلْمَـكْدِرْ
وَ اٰبْدَسْت اَلْمَقْ وَ نِـيَّتْ هَمْ اِسْـتِـقْبَــالِ بَيْتُ اللّٰهْ
Dışındaki taharet setr-i avret vakti bilmekdir
Ve abdest almak ve niyet hem istikbâl-i Beytullah
نَمَازْ اِيچِـــنْدَه تَكْـبِـيـرُ و قِيَــامْ اِيلَه قِـرَائَـتْـــدِرْ
رُكُوعُ و قَعْدَۀِ اُخْرَى اِيـكِيشَرْ سَجْــــدَه دِرْ لِلّٰهْ
Namaz içinde tekbîr-u kıyam ile kırâatdir
Rükû'-u ka'de-i uhrâ ikişer secdedir Lillah
Namazın haricinde altı şart, içinde altı rükün vardır. Haricindeki farzlar = şartlar: Taharet, setr-i avret, vakti bilmek, abdest almak, niyet etmek, Beytullah'a yönelmektir.
Dahilindeki farzlar = rükünler: Tekbir, kıyam, kıraat, rüku', Allah için iki secde ve son oturuştur.
وُضُـونُـكْ فَرْضِى يُوزِينْ اَلْلَرِينْ دِرْسَــكْلَـرِيْـــــلَه هَمْ
بَاشَه مَسْح اَيْلَيُوبْ اٰيَاقْلَرِى غَسْل اِيتْ دِيدِى اَللّٰهْ
Vudûnun farzı yüzün ellerin dirseklerile hem
Başa mesheyleyib ayakları ğaslet dedi Allah
Abdestin farz rükünleri; yüzü, dirseklere kadar elleri yıkamak, başı meshetmek, bir de ayakları yıkamak üzere Allah'ın dört emridir, dört farzdır.
وَ غُسْلُكْ فَرْضِى اُوچْدِرْ مَضْمَضَه اِيلَه هَمْ اِسْتِنْشَاقْ
اُوچُـنْجِـى جُـمْــــــلَـه اَعْـضَاسِـيــنْ يُومَـقْدِرْ تَوْبَـةً لِلّٰهْ
Ve ğuslün farzı üçdür mazmaza ile hem istinşak
Üçüncü cümle a'zâsın yûmakdır tevbeten Lillah
Ğuslün farzları, ağzı çalkalamak, burna su çekmek, tüm bedeni yıkamak üzere üçtür. Bu Allah'a tevbe için yapılır.
تَيَمُّمْ اَيْـلَمَكْ وَاجِبْدِرْ اٰبْدَسْــــت اِيلَه غُـسْل اِيچُونْ
صُو بُولُنْمَزْسَه يَا قُدْرَتْ يُوغِيـسَه دِرْ بُو شَــرْعُ اللّٰهْ
Teyemmüm eylemek vâcibdir abdest ile ğusl için
Su bulunmazsa ya kudret yoğisedir bu Şer'ullah
Suyu kullanmaya güç yoksa, yahud su bulunmazsa, abdest ve ğusül için teyemmüm vacib olur. Bu dahi Allah Teâlâ'nın şeriatidir.
اٰنِكْ رُكْـنِى اِيكِى اُورْمَـقْ شُرُوطِى بَشْ بِرِى نِيَّتْ
صَعِيدُ و طَاهِـــرُ و مَـسْح بِـرِى عَجْـزِ عِبـَــــادُ اللّٰهْ
Anın rüknü iki urmak şurûtu beş biri niyyet
Saîd-u tâhir-u mesh biri acz-i İbâdullah
Teyemmümün rüknü, yüzü ve elleri meshetmek üzere iki vuruştur. Beş de şartları vardır: Niyet, toprak veya onun cinsi, toprağın da temiz olması, meshetmek, kulların suyu kullanmakta âciz kalmaları.
وَ صَوْمِكْ فَرْضِى اُوچْ نِيَّتْـلَه اَكْلِ نِيكِى تَرْك اِيـتْمَــــكْ
فَجِرْ طُوغْدُقْدَه گُـونْ بَاتِنْجَه اِمْسَـاكْ اُولْدِى اَمْرُ اللّٰهْ
Ve savmın farzı üç niyyetle ekli nîkî terk etmek
Fecir doğdukda gün batınca imsak oldu Emrullah
Orucun farzı, fecrin doğuşundan gün batıncaya kadar, niyetle, yemek, içmek ve temastan sakınmaktır. Allah Teâlâ'nın emri budur.
دَخِى حَجِّكْ فُرُوضِى اُوچْ بِرِى اِحْرَامَه گِيرْمَكْدِرْ
بِرِى وَقْـفَه جَبَـلْ اُوزْرَه زِيَارَتْ اُولْدِى بَـيْتُ اللّٰهْ
Dahi haccın fürûzu üç biri ihrâma girmekdir
Biri vakfe cebel üzre ziyâret oldu Beytullah
Haccın farzları, ihrama girmek, Arafat dağında durmak, Beytullah'ı tavaf etmek üzere üçtür.
حَـرامِـى اِعْـتِـقـــاد اِيتْـمَكْ حَرَامْ اٰنْدَانْ صَـقِنْمَـــقْــدِرْ
حَلاَلِى هَمْ حَلاَلْ بِيلُوبْ بُو اُولْدِى جُمْلَه فَرْضُ اللّٰهْ
Harâmı i'tikâd etmek haram andan sakınmakdır
Helâli hem helal bilib bu oldu cümle Farzullah
Haramı haram inanmak ve ondan sakınmak; helali de helal inanmak dahi, Allah Teâlâ'nın bize emrettiği farzlardır.
هَپْ اَصْحـَابِ گُزِيـنُ و تَابِعِـينُ و مُـجْـتَهِـــدِيــنِــكْ
نَه كِه وَارْ اَهْلِ سُـنَّتْ وَ الْجَمَاعَةْ جُمْلَه اَهْـلُ اللّٰهْ
Hep ashâb-ı güzîn-u tâbiîn-u müctehidînin
Ne ki var Ehli Sünnet velCemâat cümle Ehlullah
Tüm ashâb-ı güzîn, tâbiîn, müctehidler, hepsi, Ehli Sünnet vel'Cemaattir; Allah'ın dostlarıdırlar, velîdirler.
قَمُونُكْ اِعْتِقَادِى بُو يُوزْاُونْ بَيْتْ اِيچْرَه بِيلْ حَقِّـى
بُودُرْ حَقْ مَذْهَبْ اٰنْجَقْ بُونْدَه ثَابِـتْ اَيْلَسُونْ اَللّٰهْ
Kamûnun i'tikâdı bu yüz on beyt içre bil Hakkı!
Budur hak mezheb ancak bunda sâbit eylesin Allah
Ey Hakkı!.. Artık onların itikada dair ölçülerini, yukarıdaki yüz on beyt içerisinde bil. Budur hak mezheb. Allah Teâlâ bizi bu itikad üzere sabitleştirsin.
اَكَـرْ بَـــنْدَنْ كُفُرْ عَمْـــدًا خَــطَاءً صَـادِرْ اُولْدِيـــسَه
بَنْ اُولْ كُفْرِكْ جَمِيعِنْدَنْ بَرِى اُولْدُومْ لِوَجْهِ اللّٰهْ
Eğer benden küfür amden hatâen sâdır olduysa
Ben ol küfrün cemî’inden berî oldum Livechillah
Eğer benden, kasden veya hatâen küfür sâdır olmuşsa, hepsinden beri oldum; Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmak için Kendisi'ne yöneldim.
Dinden çıkmaya sebeb olabilecek söz veya fiilin meydana gelişinde, tevbe bu şekildedir. Eğer günah; fısk ve isyan ise, tevbesi şöyledir:
دَخِى شَرْعَه مُخَالِفْسَه اَكَرْ اَقْوَالُ و اَفْعَــالِمْ
بَنْ اَنْلَـرْدَنْ رُجُوعْ اِيتْدِمْ وَ تُـبْتُ قُرْبَةً لِلّٰهْ
Dahi şer'a muhâlifse eğer akvâl-u ef'âlim
Ben anlardan rücu' etdim ve tubtu kurbeten Lillah
Sözüm, fiilim, şeriate muhalifse, cümlesinden pişmanım; bilfiil döndüm. İbadet olarak Allah'a tevbe ederim.
نَه كِه قِيلْمِشْ حَبِيـبُ اللّٰهْ بِزَه تَبْلِيغِ اَحْكَامِى
قَبُـولْ اِيـتْـدِمْ اَنِى اٰمَنْـــتُ بِـاللّٰهْ وَ حُــــكْــمِ اللّٰهْ
Ne ki kılmış Habîbullah bize teblîğ-i ahkâmı
Kabul etdim anı âmentu Billah ve Hukmillah
Allah'ın sevgili kulu, Allah Teâlâ'nın ne gibi hükümlerini bize bildirdiyse, kabul ettim; ona razı oldum. Allah Teâlâ'ya ve hükümlerine ve Peygamber'in getirdiklerine inandım, hak ve gerçektir diye hüküm ettim.
دِلِمْ اِقْـــرَارِمِى قَلْبِمْـلَه تَصْـــدِيقْ اَيْلَــدِمْ جَـانْدَنْ
سَنِكْ حِفْظِنْدَه اِيمَانِـمْ اَمَانَتْ اُولْسُـونْ اَىْ اَللّٰهْ
Dilim ikrârımı kalbimle tasdîk eyledim candan
Sen'in hıfzında îmânım emânet olsun ey Allah
Kalbimle candan tasdik ederek, dilimle söylerim. Ey Allah! Bu gönül bağlılığım, tasdik ve itirafım, dönüş ve ibadetlerim, hepsi, Sen'in hıfzında emanet olsun.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ اَفْضَلَ صَلاَةٍ وَسَلِّمْ اَكْمَلَ سَلاَمٍ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَدَدَ مَعْلُومَاتِكَ وَمِدَادَ كَلِمَاتِكَ كُلَّمَا ذَكَرَكَ الذَّاكِرُونَ وَغَفَلَ عَنْ ذِكْرِكَ الْغَافِـلُونَ وَارْحَمْنَا بِلُطْفِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ